tag:blogger.com,1999:blog-6516737912055317162024-02-02T19:08:10.119+03:00Kadıköy GurmeKalkedon yemek içmek içki lokanta restoran restaurant ekonomik ucuz güzel hesaplı lezzetli kriz yoksulluk açlık sofra pahalı lüks kepçe tabldot döner kokoreç tavuk fasulye pilav patlıcan salata tatlı bira rakı servis garson aşçıUnknownnoreply@blogger.comBlogger24125tag:blogger.com,1999:blog-651673791205531716.post-7038919905499214092011-02-26T15:58:00.009+02:002011-03-02T11:48:53.627+02:00Az liraya çok çeşit, güzel yemek: Ali Rıza Sofrası<a style="font-family: georgia;" onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEirJQ0dcaNhOIR6hr_4ENq-EuXMQ7Vrg0V8rpMp6go5b-OFvkmIctIKv8-U851GbyaYaGxWKqBRbBOK7JdBEo3XPq47TwQelVS5m-orcPT8FpICHBtdWZFCmFLNu2I3s6IlNfBuiGg5QTc/s1600/osmanyucel.jpg"><img style="float: left; margin: 0pt 10px 10px 0pt; cursor: pointer; width: 95px; height: 137px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEirJQ0dcaNhOIR6hr_4ENq-EuXMQ7Vrg0V8rpMp6go5b-OFvkmIctIKv8-U851GbyaYaGxWKqBRbBOK7JdBEo3XPq47TwQelVS5m-orcPT8FpICHBtdWZFCmFLNu2I3s6IlNfBuiGg5QTc/s200/osmanyucel.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5577998158263322050" border="0" /></a><span style="font-family:georgia;">Bir süredir esnaf lokantalarını yazmıyordum, ihmal etmiş olduk, Ali Rıza Sofrası’yla Kadıköy’deki esnaf lokantalarına devam edelim.</span><br /><br /><span style="font-family:georgia;">Ali Rıza Sofrası, Moda Caddesi gibi işlek bir cadde üstünde, bu uzun caddenin Kadıköy Çarşı’ya görece yakın bölgesinde bulunan, buralarda meşhur bir esnaf lokantası. Geleni gideni çoktur, ayrıca müdavimi olmasa bile yemeklerini en az bir kez tecrübe etmemiş olanı herhalde hemen hiç yoktur. Sık sık düzenlediği “şu kadar çeşit yemek az lira” kampanyaları sayesinde cebi delik olanların acıktıklarında kafalarında yankılanan ilk isimlerden biridir, sanırım.</span><br /><br /><div style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgma24x4lXGucdjgMSiEhAGKKT69_50VoFk8Pqq3Rof9z4gO5k-WpMGp60JQLHJQBswm1MPCguxm4Nb2hN1RqtUs0BQFhquiMWF8za9aWZ1Bu3zSlII34n2J1z-m2ZwgxkSvfgpboy8Jeg/s1600/alirizasofrasi2.jpg"><img style="display: block; margin: 0px auto 10px; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 298px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgma24x4lXGucdjgMSiEhAGKKT69_50VoFk8Pqq3Rof9z4gO5k-WpMGp60JQLHJQBswm1MPCguxm4Nb2hN1RqtUs0BQFhquiMWF8za9aWZ1Bu3zSlII34n2J1z-m2ZwgxkSvfgpboy8Jeg/s400/alirizasofrasi2.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5578048116184331026" border="0" /></a><span style="font-style: italic; color: rgb(102, 51, 51);font-size:85%;" ><span style="font-family:georgia;">Ali Rıza Sofrası, gündüzleri ucuza öğününüzü yemek, geceleri bilhassa işkembenizi içmek, sabah erken saatte de sıcak bir çorbayı kahvaltı niyetine içmek için uygun bir yer.</span></span><br /></div><br /><span style="font-family:georgia;">Genişçe cephesindeki kapıdan girince, uzunlamasına 7-8 adet dört kişilik masanın sığdığı, yüksek tavanlı ferah bir mekânla karşılaşırsınız. Girince hemen sağ tarafta üst üste yığılmış tepsilerden bir tane kapıp yemeklerinizi ala ala self servis bandında ilerler, kasaya paranızı ödeyip masanıza geçersiniz. Self servis sisteminin esnaf lokantalarında bulunmasını her zaman garip karşılamış olsam da, çoğunda katı bir self servis rejimi uygulanmıyor oluşu da, aslında bir başka açıdan </span><span style="font-style: italic;font-family:georgia;" >Türk’ün teknolojiyle imtihanı </span><span style="font-family:georgia;">kategorisinde değerlendirilebileceği için hoşuma gider. Yani, direkt masaya oturup garsona da verebilirsiniz siparişinizi. Ali Rıza da böyle yerlerden biri.</span><br /><br /><span style="font-family:georgia;">Bununla birlikte, esnaf lokantasında yemenin en keyifli anlarından biri üstünde buhar tüten yemeklerin başında durup seçmek olduğundan, tepsiyle aheste aheste ilerlemekte de sakınca yok. İlk aşamada, her gün dört çeşidi bulunan çorbalardan mercimek, ezo gelin, tavuk suyuna şehriye, yayla, işkembe veya kelle paçadan birini tepsinize koyuyor, o esnada ırk, din, dil ve milliyet ayırmaksızın herkese “Toprağım” diye seslenen ustamızın yönlendirmesiyle pirinç pilavı, bulgur pilavı veya makarnadan birini seçiyor ve ana yemekler kısmına ilerliyorsunuz. Her gün yaklaşık on çeşit çıkan ana yemeklerin içinde esnaf lokantası deyince aklınıza gelebilecek tüm türler bulunuyor. Onu da aldınız; sonrası salata, cacık veya tatlı (mesela fırın sütlaç)… Paranızı ödüyor, çatal kaşığınızı da alıp masaya geçiyorsunuz.</span><br /><br /><span style="font-family:georgia;">Ali Rıza Sofrası’nda para ödeme mevzuu, henüz yemeğe geçmeden önce sizi ilk memnun edecek noktalardan biri. Zira biraz önce bahsettiğim kampanyalarından biri, şu anda yine var: Dört çeşit yemek 8 TL. Çorba, pilav veya makarna, bir ana yemek, bir de salata veya cacık alıyor, kasada sadece 8 lira bayılıp masanıza geçiyorsunuz. Gayet güzel. Bu dört yemek normalde de 11-12 lira aralığında bir şey tutuyor, o da fazla değil aslında, ama o kadar yemeği 8 liraya yemek, takdir edersiniz ki, yemeğe her gün para ayırma söz konusu olunca çok güzel bir durum.</span><br /><br /><div style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjLJlGnrDCe4-kVcT_vJ4v-WNTMTG12t2STwHzvGqo1BYFLSsB7eH5OLtGCPe2lVSCvNaKfj6Xhudqfnljn8HySyGJDln79TNxZYwk6HbvyAZ7t2ivy-Y8WrkMfYrDkzfbi_0uc1RPnTqU/s1600/alirizasofrasi4.jpg"><img style="display: block; margin: 0px auto 10px; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 261px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjLJlGnrDCe4-kVcT_vJ4v-WNTMTG12t2STwHzvGqo1BYFLSsB7eH5OLtGCPe2lVSCvNaKfj6Xhudqfnljn8HySyGJDln79TNxZYwk6HbvyAZ7t2ivy-Y8WrkMfYrDkzfbi_0uc1RPnTqU/s400/alirizasofrasi4.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5578808638505554626" border="0" /></a><span style="font-style: italic; color: rgb(102, 51, 51);font-size:85%;" ><span style="font-family:georgia;">8 TL'lik bir tepsi...</span></span><br /></div><br /><span style="font-family:georgia;">Yemek tezgâhlarının hemen arkasında yemeklerin tek tek fiyatlarının listesi asılı. Sanırım bu “8 TL” kampanyası nedeniyle pek rağbet görmüyor olacak ki, fiyatların yarısı listenin üstüne asılmış ruhsat nedeniyle görünmüyor! Kimse için mesele olmadığı açık, benim için de dert değil. Herkesle derhal hemşeri samimiyeti kuran ustamız, yine istisnasız herkese “bak, sana bol kepçe koyuyorum ha” demeden önce, dört çeşidin 8 lira olduğunu da mutlaka hatırlatıyor, öyle yemeyecek olanları da dört çeşide yönlendiriyor. Bu yönlendirme konusunda gençlere ayrı bir ihtimam gösterdiğini de eklemeliyim.</span><br /><br /><span style="font-family:georgia;">Ustamızın “bol kepçe” lafını, kendisinin Ali Rıza Sofrası’ndaki samimiyet havasını yükseltiyor oluşunu betimleyebilmek için vurguluyorum, öyle söylemese bile Ali Rıza’nın porsiyonları sahiden bol kepçe. Çorba ve pilav mühim değil, o çok yerde boldur, ama söz konusu ana yemekler olunca normalde esnaf lokantalarının “illüzyonlu tabaklar”ı </span><span style="font-style: italic;font-family:georgia;" >(tıklım tıklım dolu gözükmesinin sebebi derinliklerinin azlığı olan tabaklar)</span><span style="font-family:georgia;"> devreye girer; Ali Rıza’da ise ustamız sahiden Allah ne verdiyse yüklüyor tabağa.</span><br /><br /><div style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjZuvhVJiFcse0xBgI8tVoK6qPwa5mcZ5xo2wJ6rIffU54vZQ7XUOB82czOUaYKeQsCl2htifS3kodGzt86k6zSP0ZFTHv-ptyYmlXk92jGg0vk6PHOSmeoXWSGkySiifgujRp-Fz1RbGQ/s1600/alirizasofrasi3.jpg"><img style="display: block; margin: 0px auto 10px; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 298px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjZuvhVJiFcse0xBgI8tVoK6qPwa5mcZ5xo2wJ6rIffU54vZQ7XUOB82czOUaYKeQsCl2htifS3kodGzt86k6zSP0ZFTHv-ptyYmlXk92jGg0vk6PHOSmeoXWSGkySiifgujRp-Fz1RbGQ/s400/alirizasofrasi3.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5578048168219011970" border="0" /></a><span style="font-style: italic; color: rgb(102, 51, 51);font-size:85%;" ><span style="font-family:georgia;">Ali Rıza'da tavuk çevirme de var. Tabii, Ali Rıza'nın müdavimi olan esnaf ve çalışanlar için favori menü "Dört çeşit 8 lira". (Fotoğrafları biraz zor çektim, zira ben çekmek ve aynı zamanda da Ali Rıza Sofrası çalışanlarına çaktırmamak zorundaydım! Gizli gurmeliğin zor yanları!..)</span></span><br /></div><br /><span style="font-family:georgia;">Gözümüz rahat, cebimiz rahat, masaya oturduk; gelelim yemeklere. Çorbalardan başlayalım: Yayla çorbası sahiden güzel; rengini, kıvamını, tadını mis gibi vermişler. Mercimek ve türevleri vasat, ne iyi ne kötü diyebileceğiniz cinsten, yemeğe başlamak ya da içinizi ısıtmak için içebileceğiniz ama aklınızda kalmayacak türden. Tavuk suyuna şehriye çorbası, içine kattıkları sebzelerle güzel bir görünüm arz ediyor, tadı da çoğu esnaf lokantasında içebileceğinizden daha leziz. Ama vitrininin bir kısmını tavuk çevirmeye ayırmış bir lokantada içinde daha fazla tavuk bulunan bir çorba bekliyorsunuz. Bu, benim beklentim tabii, mantıklı bir şey de olmayabilir. (Bu arada, Ali Rıza Sofrası’nda tavuk çevirme bulunduğunu da yazmış olduk. Fakat ne yedim ne de fiyatına dikkat ettim, o da başka sefere artık.) İşkembe ve kelle paça için bir şey diyemeyeceğim, zira ben, bunları gece vakti canı çeken, içki meclislerinin peşinden masasına getiren bir kültürün evladıyım, her ne kadar içkiden sonra işkembe ve kelle paçanın (hem içkili mide hem de işkembe çorbası açısından) yanlış bir seçim olduğunu bilsem de alışmış-kudurmuş kanadından geriye bir türlü gelemiyorum. Üstelik, bunları içeceğim vakit de, sadece salt yanaktan yapılmış kelle paça içmeye özen gösteririm, onu da yapan bir iki yer var, onlara giderim. Şu anda bu yazıyı okuyanlara da sırf yanaktan yapılma kelle paçayı hararetle tavsiye ederim. Her neyse, kendimizi anlatmayı bırakalım; Ali Rıza’nın işkembe ve kelle paçasıyla ilgili bugüne kadar etrafımdan kötü bir şey işitmediğimi not düşeyim, lokantanın gayet temiz bir yer olduğunu da (işkembe için mühimdir) ekleyerek kararı size bırakayım.</span><br /><br /><span style="font-family:georgia;">Ana yemeklerin etli olanlarında etten kısmıyorlar. Tabağınızda bir hayli et görüyorsunuz. Veya fırında köfte gibi yemeklerde tabağınıza numunelik köfte koyup gerisini patates ve domatesle doldurmak gibi bir numaraya da kaçmıyorlar, irice köftelerden en az dört beş tanesi tabağınızda oluyor. Esnaf lokantalarının etli yemekleri, bazen etin tazeliği sorunundan fakat çoğunlukla yemeğin yapılma biçiminden veya etin kalitesinden dolayı ağır olma riski taşır, bilirsiniz. Et taze olsa bile ya yemeğe koyun eti boca edilerek veya hayvanın normalde o yemekte kullanılmayacak kısımları doldurularak yemek ağırlaştıkça ağırlaştırılır. Koyun etine yatkın olan damak tatları bundan rahatsız olmayabilir, doğrudur, ama “az paraya et yiyorum işte, n’apayım” motivasyonu o kötü yemeklerin kabul edilmesinin esas gerekçesidir. Bugüne kadar Ali Rıza Sofrası’nda az yemek yemedim, sadece bir kez orman kebabının etini pek beğenmedim –biraz ağırdı–, geri kalanında ise şikayetçi olacağım bir durumla karşılaşmadım. Ali Rıza Sofrası’nın köfteyle hazırladığı yemeklerinde, örneğin fırın köftesinde, patatesiyle, domatesiyle güzel pişmiş, tadı yerinde bir yemekle karşılaşıyorsunuz, ama nedense köftelerini o yemeğe yakışacak kadar güzel hazırlayamıyorlar. Aşçı ustanın köfte formülünde bir sıkıntı var, sanırım. Ama bir yandan da, köftenin tadını baskınlaştırmak için baharata bulamak da önemli bir sorundur, çünkü genelde bozulmaya yüz tutmuş etler baharatla “tazelenerek” köfte olarak önünüze konuyor anlamına gelir! Hâsılı, öyle ahım şahım olmayan, ancak baharata bulanmadığı için de taze olduğundan emin olabileceğiniz bir köfte yemiş oluyorsunuz Ali Rıza Sofrası’nda.</span><br /><br /><div style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiCjNaaZh4gFWd4x7SJ2kkrSQO96xAmjOevxME6l1uQ76oGXjgZu2fR88RMBKVpTd4rxDHhg1aCRVy6yvYwoK-YnhkTxPJKj2I-FVWLmLPm3UspZkUvWXSgm-mDqu4ks5w0w85YNYozaRk/s1600/alirizasofrasi5.jpg"><img style="display: block; margin: 0px auto 10px; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 298px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiCjNaaZh4gFWd4x7SJ2kkrSQO96xAmjOevxME6l1uQ76oGXjgZu2fR88RMBKVpTd4rxDHhg1aCRVy6yvYwoK-YnhkTxPJKj2I-FVWLmLPm3UspZkUvWXSgm-mDqu4ks5w0w85YNYozaRk/s400/alirizasofrasi5.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5578808693098140162" border="0" /></a><span style="font-style: italic; color: rgb(102, 51, 51);font-size:85%;" ><span style="font-family:georgia;">Ustamız hâl hatır sorarken bir yandan da bol kepçe tabağınızı hazırlıyor.</span></span><br /></div><br /><span style="font-family:georgia;"><a href="http://kadikoygurme.blogspot.com/2009/06/marmara-et-lokantasna-ek.html">Daha önce bahsettiğim “patlıcan kriteri”</a>ni burada da devreye soktum. Maalesef Ali Rıza Sofrası’nda da patlıcanlı yemek yediniz mi ağzınız yüzünüz yağa bulanıyor! Üstelik bahsettiğim kızartma da değil, oturtma gibi yemekler. Güzel olsun diye önce yağda kızartıp peşi sıra mı yemeği şekillendiriyorlar diye düşünmedim değil. Öyle yapsan bile yağı bir tahliye edersin, değil mi? Ama yok. Şu ömrü hayatımda patlıcanlı yemekleri yağ içinde boğulmayan bir esnaf lokantası bulursam, gidip ustanın elini öpeceğim!</span><br /><br /><span style="font-family:georgia;">Ana yemekleri bir sonuca bağlarsak, Ali Rıza’da hem hesaplı bir şekilde hem de güzelce doymak için etli yemeklerini esas alarak büyük çoğunluğunu rahatça yiyebilirsiniz, diye bir özet cümlesi kurabilirim. Tepsimizdeki diğer tabaklar için de kısaca yorum yapalım. Ali Rıza’nın cacığı gözlemlediğim kadarıyla çoğu müdavimin tepsisinden eksik olmuyor. Bu nedenle de tezgâhtaki cacıklar sürekli tazeleniyor. Güzelce bir cacık olsa da, cacığın hasının güzel yoğurdun kendisinden, su eklenmeden yapılınca olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim. Ali Rıza’nın yemekleri çoban salatasıyla daha güzel gidecek yemekler olmasına karşın lokantada çoban salatası yok, sadece yeşil salata var.</span><br /><br /><div style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjmFCAhOoFMV5C-nkYNCigml0xyrFanvVUYEFHoV539ePfm3suZMtDxoRnljTiSZB1mvnZdxcr8bNzOWuT0efFVbi-s-tm9nCcz7BowjV-d__22nZ7r1Rfao6QShgGPZ8pzcwz0TdAzEDI/s1600/alirizasofrasi1.jpg"><img style="display: block; margin: 0px auto 10px; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 298px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjmFCAhOoFMV5C-nkYNCigml0xyrFanvVUYEFHoV539ePfm3suZMtDxoRnljTiSZB1mvnZdxcr8bNzOWuT0efFVbi-s-tm9nCcz7BowjV-d__22nZ7r1Rfao6QShgGPZ8pzcwz0TdAzEDI/s400/alirizasofrasi1.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5578048063145395474" border="0" /></a><span style="font-style: italic; color: rgb(102, 51, 51);font-size:85%;" ><span style="font-family:georgia;">Ali Rıza'da, çorbalardan yayla, ana yemeklerden de özellikle etli yemekler güzel. Yemek sonrasında da hep taze olan çayını içmek, bu soğuklarda ilaç gibi geliyor.</span></span><br /></div><br /><span style="font-family:georgia;">Bu kadar hesaplı, bol kepçe, temiz ve lezzeti yerinde yemekler olunca, Kadıköy yöre esnafı için Ali Rıza Sofrası’nın vazgeçilmez olduğu rahatlıkla tahmin edilecektir. Etrafta iş gören altyapı ustalarından Moda’ya gittikçe biraz daha kalburüstüne kayan mağaza sahiplerine kadar her kesim Ali Rıza’da öğle öğününü yiyor. Lokantanın bulunduğu konum özellikle genç öğrenci kesiminin de sıkça kullandığı bir yol üstünde olduğundan, gençlerin biraz daha yukarıdaki Kadife Sokak (nam-ı diğer barlar sokağı) etrafında kümelenmiş büfeler-patsocular bölgesinden yırtıp sıcak yemek yemek isteyen kısmı Ali Rıza’ya uğruyor. Yukarıda da yazdığım gibi, bu kesim evrensel hemşerici ustamız tarafından iyi niyetle “dört çeşit 8 lira”ya yönlendirilmeye çalışılsa da ben her zaman olumlu sonuç alınmadığını birkaç kez şahsen gördüm. Birkaç genç arkadaş, ısrarla, enteresan bir tepsi oluşturup daha az yemeğe daha fazla para vermeye meyletti. Bu durumun karmaşık bir ekonomi ve sosyoloji mevzuu olduğunu düşünüyor ve konuyu uzmanlarına havale ediyorum, diyeceğim ama elbette öyle değil! Sorun, daha çok, annesinin sıcak yemeklerinden henüz uzaklaşmış ve dolayısıyla yemek konusunda apışıp kalmış bir gencin, tam bu esnada, burnu havada bir “üniversiteli genç” kimliği temelinde diğer “üniversitedaş”ları ile dahil olduğu kendi içine kapalı yaşam biçimi ve üniversite merkezli birkaç gettodan ötesini algılayamayan “hayat bilgisi”dir. Cafcaflı bir cümle oldu, biraz haddimizi aştık, ama şu örneği de verirsem hata yapmış olmayacağımı sanıyorum: Bahsettiğim ilginç tepsiyi oluşturan üniversiteli arkadaşlar daha çok birinci sınıftadır; üçüncü-dördüncü sınıf evrim aşamasına geldiklerinde, örneğin Ali Rıza Sofrası’nda, şöyle davranacaklardır: Dört çeşit yemek 8 TL olduğuna göre, dört çeşit etli yemeği tepsilerine dizip de kasada, örneğin, 20 TL hesapla karşılaştıklarında “Ama dört çeşit 8 TL diyorsunuz” itirazında bulunacak ve bu tavırlarının müthiş bir zekâ gösterisi olduğunu düşüneceklerdir. Ne demek istediğimi sanırım anlatabiliyorum. (Ayrıca, bu, yaşanmış bir örnektir!)</span><br /><br /><span style="font-family:georgia;">Esnaf lokantalarının güzel kısmı budur işte. Doğrusunu seçtiğinizde, iyi bir yemekten çok daha fazlasını bulabilirsiniz. Mideyle birlikte kafayı da doyuracak bir şeyler bulmak ne keyifli!</span><br /><br /><span style="font-family:georgia;">Bu arada, sizi ilk gelişinizden itibaren </span><span style="font-style: italic;font-family:georgia;" >toprağı </span><span style="font-family:georgia;">ilan eden ustamızın, iki üç seferden sonra nereli olduğunuzu soracağını, bu sorunun sorulmasıyla birlikte (cevap ayrımı gözetmeksizin), artık sizin de yemekten sonra çay teklifi yapılacak insanlardan biri olduğunuzu söylemeliyim. Bana sorarsanız, bu soğuklarda gayet güzel bir mevki!</span><br /><br /><div style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhtFubYGOj3oqbDRb2ib6YvmS8FQyDxEUAV0WHKAxc-9KyKI1CLIDjS0xSlSUcvRp-6I6tZQiAhUDJke5B852CVUuQ4U13obYrrO4o8saBk9oxK6z-BKHv6gkrb1sdyNbLYESDFJ4kVfpE/s1600/alirizasofrasi6.jpg"><img style="display: block; margin: 0px auto 10px; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 151px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhtFubYGOj3oqbDRb2ib6YvmS8FQyDxEUAV0WHKAxc-9KyKI1CLIDjS0xSlSUcvRp-6I6tZQiAhUDJke5B852CVUuQ4U13obYrrO4o8saBk9oxK6z-BKHv6gkrb1sdyNbLYESDFJ4kVfpE/s400/alirizasofrasi6.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5578810017164076754" border="0" /></a><span style="font-style: italic; color: rgb(102, 51, 51);font-size:85%;" ><span style="font-family:georgia;">Bu fotoğraflar mekânın görece boş olduğu bir zamanda çekilmiş olsa da mekân hakkında iyi kötü bir fikir veriyor, sanırız. Öğün vakitlerinde boş yer bulmak biraz zor, onu da hatırlatmak gerek. Bu arada, duvara asılı görünen televizyonda müzik kanallarından çok (özellikle </span></span><span style="font-style: italic; color: rgb(102, 51, 51);font-size:85%;" ><span style="font-family:georgia;">bugünkü gibi hareketli günlerde daha da sık olarak) </span></span><span style="font-style: italic; color: rgb(102, 51, 51);font-size:85%;" ><span style="font-family:georgia;">haber kanalları açık oluyor. Öyle olunca da, hâliyle, masalarda ve hatta masalar arasında sürekli gündem üzerine muhabbet dönüyor.<br /><br /></span></span><div style="text-align: left;"><span style="font-family:georgia;">Ali Rıza Sofrası’nın önemli bir yönü de gece geç saatlere kadar açık olması. 24 saat midir, onu bilemiyorum, ama bu lokanta, geceleri çalışanlar ve demlenmeyi gece 12 gongunu vurduktan sonraya bırakanlar için mühim bir karın doyurma yeri. Hiç şüphe yok ki, işkembe ve kelle paça çorbaları tam olarak da bu saatlerde büyük bir önem arz ediyordur. Ali Rıza Sofrası, aynı şekilde, sabah da çok erken saatte açılıp kahvaltı niyetine çorbasını tezgâha yerleştiriyor.</span><br /></div></div><br /><span style="font-family:georgia;">Fiyatları son kez gözden geçirelim: “Dört çeşit yemek 8 TL” kampanyasında ana yemeklerden hangisini aldığınız fark etmiyor. Ama işkembe ve kelle paça çorbaları bu kampanyaya dahil değil; onların fiyatı 6 TL. Diğer çorbalar normalde 3 TL, pilavlar ile salata ve cacığa 2,5’ar lira veriyorsunuz. Kuru ve nohut 4 lira. Benim üstüne ruhsat asılmış fiyat listesinden ayırt edebildiklerim bunlar. Gerçi, dediğim gibi, 8 TL’ye mis gibi karın doyurmak olunca bunların pek önemi kalmıyor.</span><br /><br /><span style="font-style: italic;font-family:georgia;" >Moda Cad. No:72. Tel: (0216) 337 26 24</span>Osman Yücel Demirsoyhttp://www.blogger.com/profile/02416666748544892633noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-651673791205531716.post-19449799503676323722010-10-09T19:57:00.019+03:002010-10-13T14:48:22.099+03:00Halitağa’da dönerci Bereket’i<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh86Nb7dJyDC3Pz0AervFg2kCC3FVB5vLC0PYuHwq66PqfbzUX913wWz1Qg3E2RxXECQnwEC06eN7ER33M_bjccGp8ERTQSXXca9hIthwaencV2XegVuEYWrDWNrmcDzoDM-oYa0nPMXek/s1600/osmanyucel.jpg"><img style="float: left; margin: 0pt 10px 10px 0pt; cursor: pointer; width: 95px; height: 137px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh86Nb7dJyDC3Pz0AervFg2kCC3FVB5vLC0PYuHwq66PqfbzUX913wWz1Qg3E2RxXECQnwEC06eN7ER33M_bjccGp8ERTQSXXca9hIthwaencV2XegVuEYWrDWNrmcDzoDM-oYa0nPMXek/s200/osmanyucel.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5526094765582965282" border="0" /></a><span style="font-family:georgia;"><span style="font-weight: bold; font-style: italic; color: rgb(96, 72, 46);">GİRİŞ: BİR PARANTEZ</span><br /><span style="font-style: italic; color: rgb(96, 72, 46);">Burger King’in 12 ton hamburger etinin salmonella ve listeria bakterileri taşıdığının yazılıp çizildiği bugünlerde, etten bahsetmek içinizi açar mı, emin değilim. Ne de olsa, Burger King bu etleri kendi lokantalarında piyasaya sürmüş olabileceği gibi (ki yüksek olasılıkla böyle oldu), toptan et aldığı şirket aracılığıyla kıyma, sosis, sucuk haline getirtip başka yollarla sofralarımıza gönder(t)miş de olabilir. Burger King böylesi örneklerden biri, tek amacı daha fazla kâr olan şirketlerin kitlesel gıda üretimi yaptığında insan sağlığını düşüneceğini sanmak zaten safdillik olur. Yine de, “kirli, bozuk gıda” deyince Uğur Dündar tarzı gazeteciliğin sürekli yaptığı gibi, üç beş küçük pastane-büfe-fırın basıp oradaki böcekleri göstermenin ötesinde daha büyük tehlikelerin olduğunun bu kez ortaya çıkması iyi oldu. Küçük işletmelerdeki pisliklerin “ortaya çıkarılması”, temelde, insanların markalı ürünlere (ve dolayısıyla büyük şirketlere) yönelmesini sağlamak için yapılıyor. Bunu yazarken “Küçük olanlarda pislik yok,” demiyorum; elbette fazlaca var. Ama ellerindeki büyük güçle, kendilerini denetimden kurtaracak yasalar çıkarttırabilen –yoksa yatırım yapmazlar– , medyada kendi lehlerine haberler yayımlatabilen büyük (ve çoğunlukla küresel) şirketlerin kendilerini sütten çıkmış ak kaşık gibi göstermelerine de kanmamak gerekiyor. Özellikle gıda konusunda kitlesel üretim kendi başına çok riskli bir şeydir; bir de bunun üstüne bu şirketlerin bir bandından çıkan ürünlerin yine kitlesel olarak tüketilecek kadar çok olduğunu da göz önünde bulunduralım. Küçük işletmelerde, üç beş kuruşun peşinde pisliğin bin türlüsünü çeviren işletmeciler vardır, ama insan evladına bozuk yemek yedirmeyi vicdanı kaldırmayacak kadar insaflı insanlar da olabileceğine güvenebiliriz. Fakat iş, büyük paraların döndüğü büyük şirketlere gelince, onların yöneticilerinin paradan başka bir şeyi çok da umursayacaklarına güvenmek için hiç nedenimiz yok. </span> <span style="font-style: italic; color: rgb(96, 72, 46);"><br />Uzun bir giriş oldu, fakat buna değinmeden “etli” bir konudan bahsetmek olmazdı.</span><br /><br /><span style="font-weight: bold;">GELELİM BEREKET DÖNER’E</span><br />Gelelim konumuza… Bereket Döner, benim bildiğim kadarıyla, vakti zamanında Beyoğlu’nda açtığı küçük dükkânda sattığı ucuz ve ilginç soslu döneriyle, ucuzcuların, parasızların, yemeğe çok para vermeyip parasını aslen biraya yatırmayı tercih eden öğrenci kesiminin uğrak yeri olan bir yerle başlayıp sonradan <span style="font-style: italic;">zincirleme </span>büyüyen bir dönerci. (Belki, daha önce başka yerlerde lokantaları vardı, bilemiyorum, öyleyse cehaletimi bağışlayın; ancak yazının esas konusu “Bereket Döner’in Tarihi” olmadığı için bu cehaletim mazur görülebilir sanırım.) Dönerinin ucuzluğu kadar imajı da şöhret kazanmasında etkili olmuştu. “Biz İslâmî bir işletmeyiz”i net bir şekilde gözünüze sokan, çalışan herkesin uzun sakallı olduğu bu imaja Ramazan aylarında dükkânlarını iftardan önce açmayarak tavır da eklemişler, ancak çok ucuz olan dönerleri ve diğer yiyecekleriyle kozmopolit Beyoğlu’nun her türden insanının da uğramaktan vazgeçemediği bir yer olmuşlardı.<br /><br /></span><div style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg8ZZyoZx9rIOqJNMSq0zR5oCk8F9pIQjgBMrDp_2qhcLpETcW6vN_smjRyhtnQovrQC5iCiNbZNuVEA3J3Y2Jtb8QXK64pvHB8VDhyOPvlV_FABlZoTxU1Jg8Q1Ok5zeYmIGxhPT3hv3A/s1600/bereket2.jpg"><img style="display: block; margin: 0px auto 10px; text-align: center; cursor: pointer; width: 298px; height: 400px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg8ZZyoZx9rIOqJNMSq0zR5oCk8F9pIQjgBMrDp_2qhcLpETcW6vN_smjRyhtnQovrQC5iCiNbZNuVEA3J3Y2Jtb8QXK64pvHB8VDhyOPvlV_FABlZoTxU1Jg8Q1Ok5zeYmIGxhPT3hv3A/s400/bereket2.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5526094855447266530" border="0" /></a><span style="font-size:85%;"><span style="font-style: italic; color: rgb(102, 51, 51);font-family:georgia;" >Bereket Döner, Halitağa Caddesi'nin peş peşe açılan mekânlar sayesinde büfeler cennetine dönen bölgesinde...</span></span><br /></div><span style="font-family:georgia;"><br />Döneri ise ucuz olduğu kadar kötüydü de. Kesinlikle ağır kokardı. Ne olduğunu tam anlamadığım sosları da kötüydü ama o sos sayesinde dönerin ağır kokusunu bastırıyorlardı. Çivi çiviyi söker taktiği, sanırım! Ayrıca, çalışanlar çok uzun sakallı oldukları için, yediğiniz yemekten uzun bir kıl çıkması da çok şaşırtıcı değildi. Tabii, bunu bir avantaj olarak da değerlendirebilirsiniz; çalışanların kafa ve yanaklarındaki kılların daha kısa olduğu yerlerde yemeğinizdeki kılları görememe ihtimaliniz var, buradakinde hiç olmazsa gözünüze çarpıyordu. (Cümlemdeki ironik havaya bakmayın, sahiden kısmen avantaj olma durumu var!)<br /><br />Kısacası, keşke dinî hassasiyet ve tavırlarında gösterdikleri özeni biraz da yiyeceklerinde gösterselerdi, diyeceğiniz bir yerdi. Bununla birlikte, yine döneri kadar ünlü ve ucuz olan yayık ayranları dönerleri kadar kötü değildi. Biraz ekşimiş olurdu, o kadar. Kanaatim, dönerleri de dahil olmak üzere yemeklerindeki kötü yönün, önemli ölçüde çok ağır ve yağlı bir üsluplarının olmasından kaynaklandığı yönünde.<br /><br />Bereket Döner, sonraki yıllarda, İstanbul’un pek çok yerinde (ve muhakkak ki başka illerde de) şubelerine rastlayacağınız bir zincir restorana dönüştü. Önceki yıllarda Kadıköy’de de bir şube açmışlardı, ama ne olduysa kapandı orası.<br /><br />Yakın zamanda, Halitağa Caddesi’nde bir şube daha açtılar. Caddenin tam ortasında, sayıları gün be gün artan mekânlar sayesinde yavaş yavaş büfe ve dönerci cennetine dönen bölgede… Halitağa Caddesi No: 24-A’da Bereket Döner ikamet ediyor. Eh, biz de bir hayırlı uğurlu olsuna gittik tabii.<br /><br /></span><span><br /></span> <div style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiTZro89ydbirR0OdV1MskAQCG2qpMmcwZZoChyyKCfXLvMCJ8XDpIg3-_OsLTvUSisRVCLOcPUSFyW7_ZUYDtJWU1q6Okbmj_dOlLGPKQ6cWoZ5MEm4m0TUG9VSN12jJzJjAIKzrVq6Jw/s1600/bereket9.jpg"><img style="display: block; margin: 0px auto 10px; text-align: center; cursor: pointer; width: 298px; height: 400px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiTZro89ydbirR0OdV1MskAQCG2qpMmcwZZoChyyKCfXLvMCJ8XDpIg3-_OsLTvUSisRVCLOcPUSFyW7_ZUYDtJWU1q6Okbmj_dOlLGPKQ6cWoZ5MEm4m0TUG9VSN12jJzJjAIKzrVq6Jw/s400/bereket9.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5526095956751407554" border="0" /></a><span style=";font-family:georgia;font-size:85%;" ><span style="font-style: italic; color: rgb(102, 51, 51);">Mekân, ışıklandırmasından dekorasyonuna kadar her şeyiyle "ben bir restoran zincirinin şubesiyim" diyor.</span></span></div> <span style="font-family:georgia;"><br />Geniş, uzunlamasına da giden büyük bir mekân, Halitağa’daki Bereket Döner. Bir üst katı da var. Mekân, ışıklandırmasından dekorasyonuna kadar “biz bir zincir restoranın şubesiyiz” izlenimini hemen veriyor. Tezgâhını self servis tarzında yapmış olsalar da, sipariş de servis de masada hallediliyor.<br /></span><span style="font-family:georgia;"><br />Sermaye büyüyünce imaj da değişmiş sanırım. Daha nötr bir görünüm arz ediyor işletme. Şimdiye kadar bir yanlış anlama oluştuysa (ki sanmıyorum ama) söyleyeyim: Benim adamın sakalıyla, şuyuyla buyuyla hiç derdim yok –kimsenin de olmaması gerekir– yemek yiyeceğim yeri “laik mi İslâmcı mı” kaygılarıyla seçecek kadar kafayı yemedim henüz, sattıkları yemeği güzel yapsınlar yeter. Ancak Bereket Döner bilhassa bu yönüyle kendini tarif etmeyi en baştan tercih ettiği için bu “değişim”i vurgulamam gerekiyor. Örneğin şu da dikkatimi çekti: Bereket Döner’in bu şubesi açıldığında Ramazan ayındaydık. Kepenkleri açtıkları gün, vitrine “Ramazan’da iftarda açığız” yazısı asıp dükkânın siftahını iftarda yapmayı tercih etmişlerdi. Böyle birkaç gün geçtikten sonra ise, hâlâ Ramazan’da olmamıza rağmen, o yazıyı kaldırdılar, hatta bir baktım, dışarı attıkları masalarda yiyor insanlar dönerlerini. Bir ihtimalle, henüz yeni açtıkları için Ramazan’ı da bahane ederek “prime time’da satış yapalım, bu arada eksikleri tamamlarız” diye düşünmüş de olabilirler, ama Bereket Döner’in “kurumsal” kimliği bu ihtimali azaltıyor. Geriye bir ihtimal kalıyor: Para sen nelere kadirsin! Bereket’in klasik tavrı, Halitağa’da pek tutmadı demek ki.<br /><br /></span><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjRv9H9rDS-1VpNLJxdxc0dpARIJMFH1ys5hWof6GMxo8P5jFWLBM4GXhyphenhyphengU2yWqQmBCBgYdcI9vGhf3BCJWjy0qgShuyFaAGdmwlVLn0ivqyXGnk7C2AHXro5VFpVFKb3yMqMJDaKgiHo/s1600/bereket7.jpg"><img style="float: right; margin: 0pt 0pt 10px 10px; cursor: pointer; width: 247px; height: 320px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjRv9H9rDS-1VpNLJxdxc0dpARIJMFH1ys5hWof6GMxo8P5jFWLBM4GXhyphenhyphengU2yWqQmBCBgYdcI9vGhf3BCJWjy0qgShuyFaAGdmwlVLn0ivqyXGnk7C2AHXro5VFpVFKb3yMqMJDaKgiHo/s320/bereket7.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5526095298937979234" border="0" /></a><span style="font-family:georgia;">İnsanların karnını doyurduğun yere yemekten çok daha fazlasına denk düşen anlamlar yüklersen, mekânını yorumlayan adam da böyle bir türlü yiyeceğine getiremez konuyu işte! Neyse, getirelim artık: Bu Bereket’in dönerinin eski Bereket’le bir ilgisi yok. Çok daha güzel, tadı yerinde sayılabilecek bir döner veriyorlar. İnternet sitelerine bakarken gördüm ki, Bereketçiler işi bir hayli büyütüp toptan döner satışı şirketi olmuşlar. Bu arada da, o eski ağır dönerlerinin kötü olduğunu fark etmişler sanırım. Halitağa’da kendilerinin “karışık” tabir ettikleri “yaprak et-kıyma karışımı döner” satıyorlar. Eski Bereket’ten iyi olsa da, harika bir döner değil. Zaten, artık ucuz bir yer de değil Bereket Döner. Pide döneri 6 liradan veriyorlar. Tamam, içindeki et az değil (75 gram), ama nihayetinde ucuz da değil.<br /><br />Döner siparişi verirken “Sos koyuyor musunuz?” diye sordum, Bereket’in o garip sosuyla da meşhur olduğunu bildiğimden. “İsterseniz koyarız” dediler ama hiç cesaret edemedim tabii! Bugüne dek iki kez gittim Halitağa Bereket’e; ikincisinde “Döneri fena değildi, acaba sosunu da denesem mi?” diye düşündüm, ama yok, yapamadım! Beş on kez daha gitsem de denemeye niyetli değilim. Nihayetinde karnımızı doyurmaya gidiyoruz! Bir gün oranın sosunu yemeye cesaret eden olursa, lütfen bir yorum göndersin. Belki sosları da çok değişmiştir, adamlara boşuna haksızlık etmişizdir.<br /><br />Döneri, dediğim gibi, “fena değil” kategorisine girer. Ama pahalı kategorisine de girer. Pide dönerimin yanında ayran istedim. Yayık ayranları yine var; onu sipariş ettim tabii. Bana hiç de yayık ayran gibi gelmedi. Herhangi bir yerde içebileceğiniz alelade bir açık ayran işte. O da 2 lira.<br /><br /></span><div style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgkPxJwHzVex9uwNtC6cjD5pivL9KJ5MXF38KGIe1ePgW9a0Vf1ClAkEyMI5CWiAuqH8NvZGeWnzLFhC1U7AONY1ZdGRvEskUWnSiw6-HJN5Iwf3pyHz-dcjKnB7hSjKLZhxkHt521SzyQ/s1600/bereket6.jpg"><img style="display: block; margin: 0px auto 10px; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 298px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgkPxJwHzVex9uwNtC6cjD5pivL9KJ5MXF38KGIe1ePgW9a0Vf1ClAkEyMI5CWiAuqH8NvZGeWnzLFhC1U7AONY1ZdGRvEskUWnSiw6-HJN5Iwf3pyHz-dcjKnB7hSjKLZhxkHt521SzyQ/s400/bereket6.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5526095082444948226" border="0" /></a><span style="font-size:85%;"><span style="font-style: italic; color: rgb(102, 51, 0);font-family:georgia;" >Bereket'e ikinci gidişimde, saatten dolayı olsa gerek, mekân bir hayli boştu. Dolayısıyla herkes benimle ilgilendi, şımardım doğrusu! Yemeğiniz biter bitmez garson çay ikram etmek istiyor, güzel bir jest, ama bu kadar parlak bir mekânda yemeğin üstüne çay içecek kadar uzun süre oturmak insana hiç çekici gelmiyor. Bu, sadece Bereket'in "parlaklığı" değil elbette, zincir restoranların çoğu mekânlarını nedense böyle hazırlıyor, bu da insana kendisini hastanede hissettiriyor!</span></span><br /></div><span style="font-family:georgia;"><br />Halitağa Bereket’in tezgâhında salata açık büfesi var. Salataya 4 lira fiyat biçmişler, sanırım oradan keyfinize göre tabağınızı dolduruyorsunuz. Et ve tavuk döner dışında bir yemek yok. Ki bence hiç de fena fikir değil. Orası tam olarak dönerci işte. Keşke dönerlerini biraz daha güzel yapsalar. Bu şekildeyken 6 lira vermek insana koyuyor.<br /><br />Gelelim temel fiyatlara: Et dönerde, pidenin 6 lira olduğunu yazdım zaten, dürüm döner 7 TL, baget döner 5 TL, porsiyon 10 TL, pilav üstü 11 TL, iskender 12 TL. Tavuk dönerde, pide 3, dürüm 4, baget 2,50 TL; porsiyon 6, pilav üstü ve iskender ise 7,50 TL.<br /><br />İçecekler 1,50 ile 2,50 arasında değişen fiyatlara sahip. 3 liraya çorba, yine 3 liraya patates kızartması veriyorlar. Tatlı yiyecekseniz, 3 liraya kemalpaşa, 4 liraya sütlaç, 5 liraya künefe veya kadayıf yiyebilirsiniz. Hiçbirini denemediğim için sadece fiyatlarını veriyorum. Bir de, yine denemediğim kahvaltı tabağı var, onun da fiyatı 7 TL.<br /><br />Bereket’in döner çeşitleri ile içecek ve patatesten oluşan menü fiyatları da var ki bunları beraber yiyecekseniz toplam fiyatlarından daha uygun bir miktara çekiliyor vereceğiniz para.<br /><br />Telefon: (0216) 550 58 58</span>Osman Yücel Demirsoyhttp://www.blogger.com/profile/02416666748544892633noreply@blogger.com5tag:blogger.com,1999:blog-651673791205531716.post-39864316407189487642010-10-06T17:45:00.010+03:002010-10-06T18:00:19.442+03:00Tabana, sırta ve boğaza kuvvet: Simitçi Abdullah Abi<a style="font-family: georgia;" onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiGd_v4dSIIr1qMGNhdJYqJQ8qebEcjQWn9pyLDk3jk_rIfQqDMatm0YKC3DoF1QjiOICV2XjjsDKzRDPWB1POCg1bDybcmkmiIZmv3d2PGZlzv5Azx5Yi5sOQxXjkuNChNWy1qoueQZg8/s1600/osmanyucel.jpg"><img style="float: left; margin: 0pt 10px 10px 0pt; cursor: pointer; width: 95px; height: 137px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiGd_v4dSIIr1qMGNhdJYqJQ8qebEcjQWn9pyLDk3jk_rIfQqDMatm0YKC3DoF1QjiOICV2XjjsDKzRDPWB1POCg1bDybcmkmiIZmv3d2PGZlzv5Azx5Yi5sOQxXjkuNChNWy1qoueQZg8/s200/osmanyucel.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5524944527360485426" border="0" /></a><span style="font-family: georgia;">Ağız alışkanlığıyla topuna birden “simit dünyası” adını verdiğimiz büyük simit dükkânları açılalı ve seyyar simit tezgâhları da belediye mührü taşımaya başlayalı beri, sırtına üç ayaklı tezgâhını yükleyerek dolaşan simitçileri daha az görür olduk. Belediye damgası taşıyan simitçilerin arabaları da hiç dolaşmıyor ya, hepsinin yeri yurdu belli, sabah gelip açıyorlar tezgâhı, akşam da dükkân kapatır gibi kapıyorlar.</span><br /><br /><span style="font-family: georgia;">Simit, sevmeyeni az olan bir yiyecek. Sadece öğün geçiştirmek ya da açlık bastırmak için yenmiyor elbette; yanına “karper” peyniri açıp sıcak çayınızı da aldınız mı, mis gibi bir kahvaltı veya ikindi atıştırması olur ki yeme de yanında yat. Ancak ne olursa olsun, simidin bir esprisi de “sokaktan alıvermek”tir. Çünkü, sokaktan alıverdiğiniz simit, pastaneden aldığınız simitten de evin yakınındaki ekmek fırınından aldığınız simitten de her zaman faklıdır. (“Pastane simidi” diye ayrı –daha çok sütlü– bir simit türü olması boşuna değil ya.) Evinizin yakınında tesadüfen bir simit fırını yoksa, “simitçiiyee” diye bağırarak dolaşan seyyar satıcıyı beklemek ve yakalamak zorundasınızdır.</span><br /><br /><div style="text-align: center; font-family: georgia;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiIz-u8D_01oBudqH6py2yDn9PjIJZ8FIouzYdFxyfTHOxhyphenhyphenZXBja72rZhR-CMpesiV_W68lrnAULao3DjGiVFlADMVkuCbOGoeRr7Ph3bRyPAyy9M_KWPTEp6WCn-wdExTdbc4UovNf4w/s1600/simitci_abdullah4.jpg"><img style="display: block; margin: 0px auto 10px; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 297px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiIz-u8D_01oBudqH6py2yDn9PjIJZ8FIouzYdFxyfTHOxhyphenhyphenZXBja72rZhR-CMpesiV_W68lrnAULao3DjGiVFlADMVkuCbOGoeRr7Ph3bRyPAyy9M_KWPTEp6WCn-wdExTdbc4UovNf4w/s400/simitci_abdullah4.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5524944666178133394" border="0" /></a><span style="font-style: italic; color: rgb(102, 51, 51);font-size:85%;" >Bağırışlarıyla meşhur Abdullah Abi, Yeldeğirmeni'nden Moda'ya Kadıköy'ü sabahtan akşama kadar adımlıyor.</span><br /></div><br /><span style="font-family: georgia;">Evet, simit fast food dükkânları aldı başını gitti, iyi iş yapıyorlar ki, koca koca dükkânlar açtılar. Hepsinin isimleri “simit dünyası” türevi isimler, ama simit dışında da çeşitli unlu mamul çıkardıkları için bir nevi yeni pastane işlevi görüyorlar. Hatta eski zamanların uslu flörtlerini betimlerken kullanılan “pastanede buluşma, limonata içip muhallebi yeme” metaforunun yerini, gittikçe, simit dünyasında buluşup börek çörek yiyerek çay içme almaya başladı. Bu mekânlarda simidi içine zeytin ezmesi sürülmüş, kaşar ve salam yerleştirilmiş şekilde yiyebiliyorsunuz, hatta doğrudan fırından sucuklu simit de çıkarıyorlar, ama ben bugüne dek çok güzel bir sucuklu simit ya da kaşarlı-salamlı simit yiyemedim! İçinde ne olduğu belli olmayan “sucuk”lar, merdiven altı tabir edilen “kaşar”larla, tatsız tuzsuz şeyler satıyorlar.</span><br /><br /><span style="font-family: georgia;">Neyse, simit dünyası mevzuunda bir kez daha görüldü ki, herkesin bildiği, sevdiği ve bu yüzden satış garantisi olan geleneksel yiyecekleri süsleyip püsleyip mutant yiyecekler üretmek her zaman iyi sonuçlar vermiyor. E, dükkânının tabelasına “simit” yazıyorsan, en iyi yapacağın ilk iş simidin kendisi olmalı. Ucuza mal edeceğim diye kötü yağlar, geçmiş susamlar kullanırsan böyle olur. Bakalım, “bir zamanlar simit dünyası diye simitçiler vardı, hatırlar mısın?” muhabbetleri ne zaman gelecek…</span><br /><br /><div style="text-align: center; font-family: georgia;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEia7B2CFW-BUnxoFdMbo5PeAQNx6gT4qgjhY-9qqTOx3O1NOTyaMAZ7d2k40ShwbmQ5Ey77QORT6w_5eibhNVR2YG1xs9sImAaiFs4_C75LTEnqOMUcvElyJpgnouUUBT9xsf-ZgtJc58c/s1600/simitci_abdullah2.jpg"><img style="display: block; margin: 0px auto 10px; text-align: center; cursor: pointer; width: 356px; height: 400px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEia7B2CFW-BUnxoFdMbo5PeAQNx6gT4qgjhY-9qqTOx3O1NOTyaMAZ7d2k40ShwbmQ5Ey77QORT6w_5eibhNVR2YG1xs9sImAaiFs4_C75LTEnqOMUcvElyJpgnouUUBT9xsf-ZgtJc58c/s400/simitci_abdullah2.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5524944859386753442" border="0" /></a><span style="color: rgb(102, 51, 51);font-size:85%;" ><span style="font-style: italic;">"Simit dünyası" türevi isimlerle açılan simit fast food'çuları her yeri kaplasa da, simidin iyisi hâlâ Abdullah Abi'de.</span></span><br /></div><br /><span style="font-family: georgia;">Bunca ahkâmı getirip esas konumuza bağlayalım: Sabahtan akşama kadar Kadıköy’ün altını üstüne getiren, tabana ve sırta kuvvet simit satan Abdullah Abimiz. İsmine aşina olmayabilirsiniz tabii, fakat onun ne dediği tam anlaşılamayan ama kesinlikle karakteristik haykırışlarını işitmemiş Kadıköylü zannımca çok azdır! Yeldeğirmeni’nden Moda’ya kadar bütün bölgeyi sırtında simit tezgâhıyla adımlar, adımlarken de boğaza kuvvet bağırır: “Yandiieee”, “yaniyeeeaaa”, “siCAK” “evet, gelDİ”, “siMİT” ve benim hâlen tam çözemediğim birkaç başka tanıtım sözcüğüyle daha, kendisiyle ilk kez karşılaşan insanları ürkütmek özelliğine sahiptir. “Ürkütmek” biraz abartılı olduysa, “uyandırmak”, “irkiltmek”, “yerinden zıplatmak” da diyebilirim.</span><br /><br /><span style="font-family: georgia;">Simasını, simidini ve bağırışlarını Kadıköy esnafı, kahvehane müdavimleri ve sokak gezginleri iyi bilir. Zaten kahvehanelere ve dışarı masa atılmış sokaklara girdiğinde, tezgâhını sırtından indirir, simitlerini tozdan korumak için kullandığı beyaz örtüsünü biraz açarak simitlerini sergiler ve elbette geldiğini belli eden bağırışlarını da sürdürür. Ben kendisiyle sık karşılaşırım, onun simidinin müdavimi olan mekân ve sokakları da bunca sene içinde iyi kötü gözlemledim; onun güzergâhında simit satan başka simitçiler (az da olsa varlar) oralardan hep sıfır satışla geçerler. Canı simit çeken onun nasılsa geçeceğini bilir, onu bekler. Hatta oldukları yerin yakınlarında “simit dünyası” dükkânlarından biri olsa bile fark etmez; simit ondan alınır.</span><br /><br /><div style="text-align: center; font-family: georgia;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhnTV5wp0rImTsMSlo2z9urz2jEtvw3GXugY5QCzZPX5DEhUig6xPvprX5hLiLeutPl3ApIMNgxgTk3tLvJ6VwY4gzsImqRXcj-bGyabzMbESdEMzbtwzwU3abHxNjobyWYO9z27FnQlK8/s1600/simitci_abdullah3.jpg"><img style="display: block; margin: 0px auto 10px; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 298px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhnTV5wp0rImTsMSlo2z9urz2jEtvw3GXugY5QCzZPX5DEhUig6xPvprX5hLiLeutPl3ApIMNgxgTk3tLvJ6VwY4gzsImqRXcj-bGyabzMbESdEMzbtwzwU3abHxNjobyWYO9z27FnQlK8/s400/simitci_abdullah3.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5524944977074093330" border="0" /></a><span style="color: rgb(102, 51, 51);font-size:85%;" ><span style="font-style: italic;">Kadıköy'ün kahvehane müdavimleri ve esnafı simit alacakları zaman onun geçmesini bekler. Nasılsa, önce "yaniyeea" haykırışı, ardından da kendisi her gün mutlaka gelir.</span></span><br /></div><br /><span style="font-family: georgia;">Bunun sebebi sadece tanıdıktan alma alışkanlığı değil, Abdullah Abi’nin simitleri çok güzel. Tezgâhında bir iki düzine fazla kavrulmuş, üstü yanık simit de mutlaka bulundurur, onun da düşkünü çoktur zira.</span><br /><br /><span style="font-family: georgia;">Malumunuz, “simit” denen şey yapıldığı şehre göre değişir, İzmir simidiyle İstanbul simidini ayıran şey sadece isim farkı (gevrek/simit) değil, simidin yapım şeklidir de. Aynı şekilde, pastane simidiyle sokak simidi de tat olarak çok çok farklıdır. İşte, Abdullah Abi’nin simidi, tam anlamıyla İstanbul sokak simididir. Başka şehirden birilerine tanıtacaksanız, “işte budur” diye götürmeniz gereken örnek budur bence. İçinde simidin tadını ayrı bir mecraya çekecek kadar fazla süt, pekmez, mahlep veya benzeri yoktur, kıvamı ve gevrekliği çok iyidir.</span><br /><br /><span style="font-family: georgia;">Ben, Abdullah Abi’nin simidini aldığı simit fırınını hep merak etmiştim. Kendisine soracak kadar yüzsüz değilim tabii, fakat benimki “aktif merak” olduğu için, Kadıköy’ün ara sokaklarında kalmış simit fırınlarına rast geldikçe bir simit alıp denedim hep. Ve nihayetinde buldum. Bir ara sokakta ve küçücük bir ön cephesi olduğu için, fırının çok yakınında yaşayanlar haricinde pek kimsenin orayı bileceğini sanmıyorum. Ben de tarif etmeyeceğim tabii. Ama arada bir, canım da yürümek istiyorsa, o fırına uğrayıp simit aldığım oluyor. İki simit alıp parasını verme süresinde ne kadar çok şey gözlemlenebilir, orası ayrı, ama perakende satışa hitap etmeyen bir yer olmasına rağmen temiz olmaya özen gösteren, gelene gidene gayet nazik ve içten davranan bir yer olduğunu belirtmek iyi olur sanırım.</span><br /><br /><div style="text-align: center; font-family: georgia;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjPXvJjdmrN4bHxEJ6VaKW8Ll2C797Z-7HRPeE6pGwaDA7NGRGcwgTY1f4D0fCN0G2qqc8uDdb0wx0ihJYXHRfRIDBj7t15PkhyphenhyphenmOm1i1y6f_SvaOyhQkNA4yU3Z4An8PqgCEDtlUDU5yg/s1600/simitci_abdullah1.jpg"><img style="display: block; margin: 0px auto 10px; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 300px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjPXvJjdmrN4bHxEJ6VaKW8Ll2C797Z-7HRPeE6pGwaDA7NGRGcwgTY1f4D0fCN0G2qqc8uDdb0wx0ihJYXHRfRIDBj7t15PkhyphenhyphenmOm1i1y6f_SvaOyhQkNA4yU3Z4An8PqgCEDtlUDU5yg/s400/simitci_abdullah1.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5524944726964022802" border="0" /></a><span style="color: rgb(102, 51, 51);font-size:85%;" ><span style="font-style: italic;">Tezgâhın üstündeki beyaz örtü simitleri tozdan kirden korumak ve simitlerin soğumasını yavaşlatmak için mutlaka örtülür, tezgâh yere konunca özenle açılır, hareket vakti yine kapanır. (Bu arada, fotoğraflarda Abdullah Abi'nin gömleklerinin değiştiğini fark etmişsinizdir. Fotoğraflar farklı günlerde çekildi, yoksa abimiz gün içerisinde kostüm değiştirmiyor!)</span></span><br /></div><br /><span style="font-family: georgia;">Benim gün içerisinde sıkça bulunduğum yerin yakınlarında da bir “simit dünyası” açıldı birkaç sene önce. Bu dükkânlar, Abdullah Abi ve meslektaşlarının işini düşürmüştür mutlaka. Zaten Abdulah Abi’nin de yıllar öncesinde kullandığı güzergâhı, bu simit dünyalarını dikkate alarak biraz değiştirmek zorunda kaldığının da farkındayım. Ama neyse ki, hâlâ sesini duyup simidini yiyebiliyoruz. Hatta tam bu yazıyı yazmaya başlamadan önce de geçti buradan, bir simidini alıp öyle oturdum yazının başına. Bana afiyet olsun. Abdullah Abi’yi çıkaramamış olanlar için de, bir gün elimde video kaydı yapabileceğim bir makine varken kendisine rastlarsam, mutlaka “yandiieee” bağırışını kaydedip yerleştireceğim buraya. O zaman “Haaa, tamaaaam” dersiniz muhakkak.</span><br /><br /><span style="font-family: georgia;">Son olarak, Abdullah Abi’nin simidinin 75 kuruş olduğunu da söyleyelim.</span>Osman Yücel Demirsoyhttp://www.blogger.com/profile/02416666748544892633noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-651673791205531716.post-28917793632883243052010-07-10T20:41:00.009+03:002010-07-12T16:13:28.276+03:00Halitağa’ya gidince mutlaka uğramalı: Arifler Sofrası<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjcphmqZ1Stz0nMVlGyQtW-DIi8XqReLYBfaMoLFIj4ND4PLuhwY1z3i_xr6Yn5vQw7-HJ5LKNqOMeNEWTjALjhTJ26qcYxghyyFAbUc1h-dzUoDx7eLnn1mMuIOlMCdDWIHV58Bnua2OI/s1600/osmanyucel.jpg"><img style="float: left; margin: 0pt 10px 10px 0pt; cursor: pointer; width: 95px; height: 137px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjcphmqZ1Stz0nMVlGyQtW-DIi8XqReLYBfaMoLFIj4ND4PLuhwY1z3i_xr6Yn5vQw7-HJ5LKNqOMeNEWTjALjhTJ26qcYxghyyFAbUc1h-dzUoDx7eLnn1mMuIOlMCdDWIHV58Bnua2OI/s200/osmanyucel.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5492334301369719842" border="0" /></a><span style="font-family:georgia;">Halitağa Caddesi civarındaki yeme-içme yerlerini hiç yazmamıştık, oraların klasiklerinden biriyle başlayalım: Arifler Sofrası. “Klasik” deyince biraz da “eski” anlaşılır –ki yanlıştır– fakat Arifler o kadar da eski bir yer değil. 1998’de açılmış; ekonomik koşullar nedeniyle açılıp açılıp kapanan lokantalar düşünülünce, göreli olarak eski sayılabilir yine de! Aynı caddenin Kadıköy merkez tarafından girişindeki Niyazibey Sofrası’nın yaşıyla kıyaslanamazsa da bir istikrar tutturdukları belli.<br /><br />Arifler Sofrası, kasvetli devlet binalarının tüm iticiliğini taşıyan Kadıköy Vergi Dairesi’nin tam karşısında, büyük turuncu tabelasıyla derhal göze çarpıyor. Zaten başta cadde yakınında çalışanlar olmak üzere Kadıköy’ün o paftasına aşina olanların bildiği ve karnını doyurduğu bir yer.<br /><br /></span><div style="text-align: center;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjx30grHP3Oy0v0nqVysSfzmfCHwSCjGLm_A1hKI86v2NHrYzn8lryQphMdKN8ksPhdRilwB0PXLym8o07-g2VG6FylsFAlfeGC_lXY93qvcDz37DRkn24OdCbGQ268ZBBuXwwTL8Tdd50/s1600/arifler1.jpg"><img style="display: block; margin: 0px auto 10px; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 298px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjx30grHP3Oy0v0nqVysSfzmfCHwSCjGLm_A1hKI86v2NHrYzn8lryQphMdKN8ksPhdRilwB0PXLym8o07-g2VG6FylsFAlfeGC_lXY93qvcDz37DRkn24OdCbGQ268ZBBuXwwTL8Tdd50/s400/arifler1.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5492336889289896866" border="0" /></a><span style="font-family:georgia;"><span style="font-style: italic; color: rgb(102, 51, 51);font-size:85%;" >Arifler Sofrası, cadde üstünde, vergi dairesinin tam karşısında. Fotoğraftaki donuk havaya bakmayın; Temmuz ayında çektik ama şansımıza bir sonbahar mirası gün denk geldi. Neyse ki, ya telefonla konuşmakta ya da kulağını kaşımakta olan konu mankenimizin tişörtü, havanın ortlama sıcaklığını biraz olsun belli ediyor. </span></span><br /></div><span style="font-family:georgia;"><br />Esnaf lokantalarının bildik “dar cephe, içeriye uzunlamasına giden mekân” yapısıyla tarzına uygun bir lokanta. Aslında cephesi o kadar da dar değil, geniş bile denebilir, ama iç mekânı öyle uzun ve hatta arka tarafında da öyle bir genişliyor ki, içeriden bakınca cephesi dar kalıyor. İçeride onlarca masa var dersem, iç genişliği anlaşılır sanırım.<br /><br />Arifler’de öyle çok sık yemek yemesem de önünden çok sık geçerim. Öğle vakitleri tıklım tıklım olmasa da dolar, genelde çalışanların öğle yemeği yeridir. Aynı bölge “dershaneler sokağı” olarak bilinir, o sebeple de öğrencisi bol bir caddedir, ancak ben öğrencilerin mekâna pek teveccüh ettiğini gözlemlemedim. Sanırım cadde üstünde yan yana dizilmiş olan büfeler daha çok rağbet görüyor bu kesim tarafından. Kötü yağda hazırlanmış abur cuburlar ve <span style="font-style: italic;">patso</span>ların yanında, Arifler çölde vaha gibi dikiliyor.<br /></span><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" ><br /><table align="center"><tbody><tr><td><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj1sUKN_OGJ87AnFUTZiEF5Fq0dw6atgynGuizyJc_zhhE0_LUm3PEmsc0DxQyvX8N4JNxlPLUW6vk_zNpvpZ5aK0Kg1tJxqsPRugfbEs6v0Tnt6o1LE3cOkjkgFy-BGMXgdwLixupSlsE/s1600/arifler5.jpg"><img style="display: block; margin: 0px auto 10px; text-align: center; cursor: pointer; width: 220px; height: 164px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj1sUKN_OGJ87AnFUTZiEF5Fq0dw6atgynGuizyJc_zhhE0_LUm3PEmsc0DxQyvX8N4JNxlPLUW6vk_zNpvpZ5aK0Kg1tJxqsPRugfbEs6v0Tnt6o1LE3cOkjkgFy-BGMXgdwLixupSlsE/s200/arifler5.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5492341204098024226" border="0" /></a></td><td><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj1Dq9SwfvjbmDjml0_QmOVrlg1Y0sMzCvCh2fNcjB3R70Ol-pnX1lolnL73Vsb_Pkvz_JUOScz8zpkBsD87hSjXq4xcfwK2puuZvaRO9mEBGrWvcl4IfriPj08_xCycL-ti6YKFTnAjD8/s1600/arifler4.jpg"><img style="display: block; margin: 0px auto 10px; text-align: center; cursor: pointer; width: 220px; height: 164px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj1Dq9SwfvjbmDjml0_QmOVrlg1Y0sMzCvCh2fNcjB3R70Ol-pnX1lolnL73Vsb_Pkvz_JUOScz8zpkBsD87hSjXq4xcfwK2puuZvaRO9mEBGrWvcl4IfriPj08_xCycL-ti6YKFTnAjD8/s200/arifler4.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5492341141944432962" border="0" /></a></td></tr></tbody></table><div style="text-align: center;"><table style="text-align: center; margin-left: auto; margin-right: auto;" width="90%"><tbody><tr><td><span style="font-style: italic; color: rgb(102, 51, 51);font-size:85%;" > Mekân içeri doğru uzuyor ve genişliyor. Öyle ki, tepsinizi alıp oturduğunuz yerden bakınca, yemek siparişini verdiğiniz giriş kısmı dar görünüyor.</span></td></tr></tbody></table></div></span><br /><span style="font-family:georgia;">Arifler Sofrası, sadece önünden geçerken acıktığınızı fark ettiğinizde şöyle bir dalıp yemek yiyeceğiniz bir yer değil, bence özellikle orada yemek için de gidilebilecek bir yer. Özenle hazırlanmış ve bol çeşitli yemekleri ile gayet uygun fiyatları en çekici yönü. Aklınıza gelecek sofra yemeklerinin çoğu, hemen hep bulunuyor. Ucuz bir yer olmakla birlikte hazırladıkları yemeklerin yağında, salçasında, kıvamında ve özeninde hiç ucuza kaçmıyorlar. Ara ara yaptıkları menü kampanyalarında bile, fiyatı bir hayli kırmalarına karşın yemeğin kalitesi düşmüyor. Bilen bilir, geçtiğimiz kış ayları boyunca hiç ara vermeden “üç çeşit yemek 7,50” (hatta tatlı da vardı sanırım) kampanyası vardı, o vakit de yemekleri aynı güzellikteydi.<br /><br />Şu anda o tip kampanyaları yok, ama zaten fiyatları iştah açıcı! (Dışarıda, girişin hemen sağındaki tabelaya fiyatları da tek tek yazmışlar, girerken ne ödeyeceğinizi biliyorsunuz yani.) 2,5 liraya çorbayla başlayıp (mercimek çorbasını güzel yapıyorlar) 4 lirayla 7 lira arasında hemen her şeyi yiyebiliyorsunuz. Bence sadece kuru fasulye için 4 lira fazla; onun dışında, güzel bir orman kebabını 7 liraya yemek çok güzel bir imkân. Ya da, örneğin, her yerde bulamayacağınız sandal sefasını 5,5 liraya veriyorlar ki yeme de yanında yat. Yalnızca haşlama ve tas kebabı gibi etli yemekleri 10 lira sınırını geçiyor. (Bu arada “gibi” dedim ama bu ikisinden başka 10 lirayı geçen bir yemekleri yok, yanlış hatırlamıyorsam.) Hâsılı, 4-5 liraya gayet güzel porsiyonlar alabilirsiniz. Unutmadan: Kuru fasulyeye 4 lira fazla dedim, bununla birlikte Arifler’in kurusunun güzel olduğunu da belirtmeliyim. Az salçalı ve küçük taneli kuruyu oldum olası sevmişimdir zaten.<br /><br />Arifler’de önceden döner de vardı, uzun zamandır yaptıklarını görmüyorum. Döner tezgâhı hâlâ duruyor ama dönerin kendisi yok. Aslında iyi yapmışlar, zira dönerleri o kadar da güzel değildi, üstelik ucuz olmamasına rağmen. Sandviç döner yerken haniyse eliniz yağ içinde kalıyordu. Belki de şikayet alıp vazgeçmişlerdir. Neyse, döner yok ama vitrine ızgara köfteyi çıkarmışlar. Vitrine koca harflerle “köfte 5 TL” yazmışlar ki dikkat çeksin. Gayet hesaplı. Bir kez denedim köftesini; çok daha güzel köfteler yedim, ama 5 liraya yiyebileceğiniz iyi bir köfteydi. Yanına koydukları malzemelerle, hem gözü hem de karnı doyuruyor. Bir gün deneyin, derim.<br /><br />Benim, Arifler’de özellikle hoşuma giden iki yön var: Birincisi, yemek porsiyonlarında bizim genelde evlerde kullandığımız derin, geniş tabakları kullanıyor olmaları. Malumunuz, bu tip lokantalarda derinliği pek az olan, mümkün olduğunca dar tabaklar kullanılır ki az malzemeyle tabak dolmuş izlenimi verilsin müşteriye. Arifler öyle yapmıyor işte. Benim uzun zamandır hiçbir yerde görmediğim şekilde derin tabaklar kullanıyorlar, normalde evde yediğinizle rahatlıkla karşılaştırabiliyorsunuz miktarını. Tabaklar derin ve geniş olduğu için de öyle tıka basa doldurmuyorlar elbette, ama olsun, ben çok beğendim bu porsiyonları. Lokantada hoşuma giden ikinci yön ise, mekânı işletenlerin ve çalışanların sıcaklığı. Bunu tarif etmekte zorlanabilirim, ama her yerde görebileceğiniz, çoğunlukla da yapmacık olan “hoş geldin abi”lerden öte bir samimiyet duygusunu hissedebiliyorsunuz Arifler’de. Çalışanlarla “patron” oldukları belli olan insanlar arasındaki ilişkiyi ara ara gözlemleme fırsatı buldum, muhabbetlerini zaman zaman kesen servis uyarıları dışında arkadaş gibi dolanıyorlar ortalıkta. Patron-çalışan ilişkisi mutlaka ki arkadaş ilişkisi falan gibi bir şey değil, ücret ödeme günleri gibilerinde gerim gerim gerilimler oluyordur elbette, ama gün içerisinde lakaytlığa varmayan bir samimiyet karnını doyurmaya gelen insanlara da yansıyor.<br /></span><br /><div style="text-align: center;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi8IeFvfn5K6bdTgcmy9oAJDz9sqsJ5TR-aDLkB51ngPXTTYePIMJOm31gC7DOr6LZpciuyOV7rHpxhskVcze4bt6i-XcRlqBFeTX0VAU2d7Hrr1mTpG6BgPSe10MBuVm_AfvknieegmbI/s1600/arifler3.jpg"><img style="display: block; margin: 0px auto 10px; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 298px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi8IeFvfn5K6bdTgcmy9oAJDz9sqsJ5TR-aDLkB51ngPXTTYePIMJOm31gC7DOr6LZpciuyOV7rHpxhskVcze4bt6i-XcRlqBFeTX0VAU2d7Hrr1mTpG6BgPSe10MBuVm_AfvknieegmbI/s400/arifler3.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5492337016602191346" border="0" /></a><span style="font-family:georgia;"><span style="font-style: italic; color: rgb(102, 51, 51);font-size:85%;" >Bu fotoğrafta önemli olan nedir? Elbette, nohutun konduğu derin ve geniş tabak. Çoğu lokantanın mümkün olduğunca sığ porsiyon tabaklarının aksine Arifler'deki tabaklar evlerde kullandıklarımız gibi. </span></span><br /></div><span style="font-family:georgia;"><br /></span><span style="font-family:georgia;">Mekân, girişte aldığınız tepsiyi metal bant üzerinde doldura doldura kaydırıp kasada hesabınızı ödemenize göre tasarlanmış. Self servisinizi aldıktan sonra geniş mekânda istediğiniz yeri seçip oturuyorsunuz. Mekân içeri doğru genişlediği için loşça oluyor ama tavanın yüksekliği ve yeterli aydınlatma nedeniyle de ferah. Kasanın hemen karşısında açık büfe salata tezgâhı da var, isterseniz orada salatanızı hazırlıyorsunuz. Mekân tarifimi, önceki paragrafta bahsettiğim konuya bağlayacağım: Yemek servisi yapan usta sizi sıcak karşılıyor, ardından genelde kasada duran hanım kardeşimizin hiç de yapmacık olmayan ve “başka bir şey ister misiniz”le başlayan sohbeti de gayet samimi geliyor. Böyle self servisli mekânlarda olan işlevsel soğukluk Arifler’de yok. Aslında tarif etmek için arka mahallelerde kurulan süper-hiper marketleri örnek verebilirim. Hani dizayn olarak büyük marketlere benzerler ama çalışma biçimleri bakkallar gibidir. Migros’ta paranız çıkışmayınca, kendisi de muhtemelen varoşta yaşayan kasiyere utana sıkıla bakarsınız, o da “valla yapacak bir şeyim yok” ile “paran yoksa ne geliyorsun dümbük” karışımı gelgitli bakışlar atar; nihayetinde girişinizle çıkışınız arasındaki tek fark yüzünüze yüklenmiş utançtır. Ama arka mahalle “süper marketleri”nde veresiye bile yaparsınız, hatta bakkallar gibi üç sene öncenin tarihini taşıyan ajandadan bozma deftere kargacık burgacık harflerle kaydederler borcunuzu: “Ahmet Amca, blendax+süt: 8,45”. Sanırım bu, “insansız bir makinenin parçası olmaktan kurtulamıyorsan, en azından, insani olan ne varsa onu yaşatmaya çalış” mottosu oluyor. Arifler Sofrası da, klasik lokanta muhabbetini self servis dizaynına rağmen yaşatıyor.<br /><br />Eh, yemekleri yazdık, fiyatları yazdık… Arifler’de kahvaltı tabağı (7,50 TL) veya omlet ve menemen (her biri 3,50 TL) ile kahvaltı etme imkânınız da olduğunu, ayrıca evlere servis de yapıldığını ekleyelim; hafta sonları yemek çeşitlerinin biraz daha az olduğunu söylemeyi unutmayalım ve lokantanın telefonunu vererek bitirelim: (0216) 414 31 11 – 414 31 36.</span>Osman Yücel Demirsoyhttp://www.blogger.com/profile/02416666748544892633noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-651673791205531716.post-35545009384206677622010-07-10T15:53:00.011+03:002010-07-12T16:35:23.805+03:00Merkezî yer ve cazip vitrin yetmez, güzel yemek de lazım! Kadıköy Döner Restaurant<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi_qP7lrqcpZVt_jAsB5ckUCzsQAtMzJhTRJBKrclyYX0snPX1UAlo8rVyEvnsOO79udP4HLsFun4xb7hTccrkycpv7XkqOn9nzTGDrPFasI4grqmQsk9qdKoRR9zzX7vm5OkEPp9Msz24/s1600/osmanyucel.jpg"><img style="float: left; margin: 0pt 10px 10px 0pt; cursor: pointer; width: 95px; height: 137px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi_qP7lrqcpZVt_jAsB5ckUCzsQAtMzJhTRJBKrclyYX0snPX1UAlo8rVyEvnsOO79udP4HLsFun4xb7hTccrkycpv7XkqOn9nzTGDrPFasI4grqmQsk9qdKoRR9zzX7vm5OkEPp9Msz24/s200/osmanyucel.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5492260421864331634" border="0" /></a><span style="font-family:georgia;">Dönercilerden gidiyoruz bu ara. Bu sefer de, çok merkezî bir yerde olduğu için önünden sık geçtiğim ama ilk defa yakın zamanda oturup yeme fırsatı bulduğum bir yerden bahsedeceğim. İsmi pek bir anonim olan Kadıköy Döner Restaurant, iskeleye inen ana caddenin neredeyse üzerinde olduğu için dönercilerin bolca bulunduğu Güneşli Bahçe Sokak’ın etrafındaki lokantalardan biri. Geçen yazdığım <a href="http://kadikoygurme.blogspot.com/2010/05/doner-icin-guzel-bir-durak-durak-bufe.html">Durak Büfe</a>’nin arka paralelindeki sokakta, <a href="http://kadikoygurme.blogspot.com/2009/07/bu-makarna-krizde-de-gitmiyor-bana-bir.html">Akveren Şifahane-Makarnacı</a>’nın yanından sokağın içine girdiğinizde karşınıza çıkan bir yer. (Teknik olarak Mühürdar Caddesi’nin Söğütlüçeşme Caddesi’ne çıkan noktası oluyor.) Gayet de uzun zamandan beri orada. Yani <span style="font-style: italic;">“Girişimci ruhum var, buralar da insan kaynıyor, derhal bir döner fast food’çusu açayım”</span> düşüncesinin ürünlerinden değil.<br /><br />Bana bugüne kadar pek davetkâr gelmemişti, ama karnımın aç olduğu bir gün vitrininden kampanyalı menülerini görünce girip yiyeyim dedim. Ancak çok da iyi etmedim! Evet, filmin sonunu baştan söylemek gibi oldu, ama bunca zamandır var olan bir yer, eğer ben o gün kötü gününe denk gelmediysem, nasıl oluyor da bunca zamandır orada duruyor, anlayamadığımı söylemeliyim.<br /><br />O bölgede –kastım, Güneşli Bahçe Sokak’ın ana caddeye bakan kısmı ile Aya Efimia Kilisesi meydanının etrafı– insan akışı çok yoğun olduğundan yeme-içme mekânları boldur. Vitrininde “tavuk döner+ayran 1,5 lira” yazılı kartonlar asılı olan ve gelip geçenin parasını alıp karşılığında mide ağrısı vermeye dayalı mekânlar bir açılıp bir kapanır. Yine, sürümden kazanmak için her şeyi ucuza veren, mideniz bozulmasa da yediğiniz şeyin ismiyle kendisinin hiç alakasının olmadığı yerler de cirit atar. Hani, iskender sipariş edersiniz, önünüze de görsel olarak iskendere benzeyen bir yemek gelir, ama tattığınızda yüzünüz ekşir ya, öyle mekânlar. Kadıköy Döner Restaurant gibi yerlerse, hem uzun yıllardır oradadır hem de öyle çok ucuz değildir. Sınıflandırmam biraz kaba oldu belki ama bahsettiğim yerlere yolu sık düşenler haklı olduğuma kanaat getireceklerdir sanırım.<br /><br /></span><div style="text-align: center;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhdWU_36CJb7LeWYayOzVNWoFzlyxOXWaAfaweHh4hp1PR4iUWZrAjIpnVovSV2gqmpOY7v7r56VF0vwS5AZlAKfvOYwgPsvbceLVjU_tJLgpY6h1vO0RwbcFI2O_s7URWgBWmrWP8AQdw/s1600/kadikoy_doner1.jpg"><img style="display: block; margin: 0px auto 10px; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 298px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhdWU_36CJb7LeWYayOzVNWoFzlyxOXWaAfaweHh4hp1PR4iUWZrAjIpnVovSV2gqmpOY7v7r56VF0vwS5AZlAKfvOYwgPsvbceLVjU_tJLgpY6h1vO0RwbcFI2O_s7URWgBWmrWP8AQdw/s400/kadikoy_doner1.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5492290108333459378" border="0" /></a><span style="color: rgb(102, 51, 51);font-size:85%;" ><span style="font-style: italic;font-family:georgia;" >Bu açıdan şöyle bir göz atmak bile Kadıköy Döner Restaurant'ın vitrininin cazibesini anlamaya yetiyor.</span></span><br /></div><span style="font-family:georgia;"><br />Kadıköy Döner Restaurant, dışarıdan bakınca döneri güzel gözüken, vitrininden çeşit çeşit yemeklerin de hemen seçilebileceği dikkat çekici bir lokanta. Genişçe bir iç mekânı, asma katı ve dükkân önüne atılmış dört beş masası var. Dizaynını self servis tepsinizi alıp yemeklerinizi seçeceğiniz ve hesabınızı ödeyip yemeğinizi yiyeceğiniz şekilde yapmışlarsa da, ben gittiğimde böyle işlemiyordu. Yemeklere şöyle bir göz atıp oturuyorsunuz, sonra da garsona sipariş veriyorsunuz. Ki bence hiç sakıncası yok, hatta daha güzel.<br /><br />Yemek tezgâhının arkasında bulunan tabelada, süslü porsiyon fotoğrafları var, yemek fiyatları yok. Tabelanın devamında kampanyalı menülerin fiyatları yazıyor ama. Pilav üstü döner, çorba, ayran menüsü 9,50; tavuk şiş, çorba, ayran menüsü 7,50; İnegöl köfte, piyaz, ayran menüsü yine 7,50; iskender, çorba, sütlaç menüsü 9,90. Masaya oturunca gördüm ki, masalardaki cam kaplamaların altında fiyat yazılı menüler var. Bu iyi, ama self servis çalıştığı farz edilen bir yerde mantıken zaten parayı verdikten sonra fiyatları görüyorsunuz ki artık pek anlamı kalmamış oluyor! Tezgâhın arkasındaki tabelaya genel hatlarıyla fiyatlar yerleştirilseydi daha iyi olurdu. Yemek ısmarlayan neye kaç para vereceğini bilirdi, kasada sürprizle karşılaşmazdı hiç değilse.<br /><br /></span><div style="text-align: center;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi27QgBzaVHm-VuOVH9Z-0rzb2EdYw9yYINpa40P19j4ei9nf4YOVvW9zIxU-QZhYUeDa6I58OzvcNe23zh7UYjVRZSmK9C4VOmvI9AID8IcpKz9UNM2mCP3Pqwk25AD0NkIrXHAMfaMTQ/s1600/kadikoy_doner4.jpg"><img style="display: block; margin: 0px auto 10px; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 298px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi27QgBzaVHm-VuOVH9Z-0rzb2EdYw9yYINpa40P19j4ei9nf4YOVvW9zIxU-QZhYUeDa6I58OzvcNe23zh7UYjVRZSmK9C4VOmvI9AID8IcpKz9UNM2mCP3Pqwk25AD0NkIrXHAMfaMTQ/s400/kadikoy_doner4.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5492290273702035714" border="0" /></a><span style="color: rgb(102, 51, 51);font-size:85%;" ><span style="font-style: italic;font-family:georgia;" > Kadıköy Döner Restaurant, işte böylesi bir </span><span style="font-family:georgia;">iğne atsan yere düşmez </span><span style="font-style: italic;font-family:georgia;" >sokakta, her gördüğümde aklıma "Fransız etkisindeki Bolulu aşçı ustası" tasvirini getiren heykelin ardında</span></span>.<br /></div><span style="font-family:georgia;"><br />Önce köfteli menüyü sipariş ettim, ama içimden gelen “dönerciye gelmişken döner yenir” sesini dinleyip siparişimi değiştirdim. Akşam üstü saat 5-6 civarlarıydı ve içeride dört beş masa doluydu. Yemek saati olmadığı için iyi bir sayı olduğunu kabul etmek gerek. Çorbada mercimek ve ezogelin seçeneklerinden ikincisini işaretledim ve çorbam hemen geldi. Dolandırmadan söyleyeyim: Kötü bir çorbaydı. Beklemiş mi desem, yanmış mı desem, yoksa hiçbiri değil de zaten kötü yapılmış mı desem, bilemiyorum. Beklemiş değildir, zira bu lokantada hiçbir yemeğin kalacağını sanmıyorum. Hem kalabalık bir bölge, hem de yılların verdiği tecrübeyle günlük ne kadar yemek yapacaklarını gayet iyi biliyorlardır. Çorbanın tadındaki gariplik, yanmış olmaktan da farklı bir şeydi. Görüntü ezogelin, ağza gelen tatta da bir ezogelin altyapısı var <span style="font-style: italic;">(kabul, ilginç bir tabir oldu)</span>, fakat geri kalanı üzüntü verici! Bu kadar kötü bir çorbayı uzun zamandır içmemiştim.<br /><br />Neyse, çorbamı içtikten sonra pilav üstü dönerimi beklerken, masadaki menüden fiyatlara göz attım. İskender ve bir iki çeşit kebap 10 lira sınırını geçiyor; dönerin porsiyonu 8 lira, çoğu kebap çeşidi ve etli yemekler 8 lira, sebzeli yemekler 4 ila 5 lira arasında değişiyor, zeytinyağlılar 4 lira, çorba da 2,5 lira. Abartılı rakamlar değil. Tezgâhta sergilenen yemeklerin ilk bakışta fazla yağlı oldukları gibi bir izlenimim var ama. Tabii tatmak lazım, ancak ilk intiba da yemek için en az tat kadar önemlidir.<br /><br />Döner siparişi fazla olduğu için biraz bekledim. Anormal bir süre değildi, kalabalıkta göze alacaksınız. Ustalar dönerimi özenle hazırladılar, sağ olsunlar, tıpkı kampanyalı menü fotoğrafındaki gibi sundular. (Bunda ne var ki, demeyin; fotoğraftaki porsiyonla önünüze gelen arasında fark olması hiç de hoş değil.) Dönerin tadı beklediğim gibi değildi. Gerçi açlıktan kaynaklı olarak objektif yorumlayamıyor olabilirim, bununla beraber pişmekte olan dönerin görüntüsü daha iyi bir tat vaadinde bulunuyor gibi gelmişti. Dönerin kokusu açıkça ağırdı. Yine, bu mekânda beklemiş olabileceğine ihtimal vermediğim için, kullandıkları etten kaynaklandığını düşünüyorum. Etrafta aynı paraya çok daha güzel döner yiyebileceğiniz yerler var. Dönerin altında yatan pilav ise tane tane olsa da, fazlasıyla yağa bulanmıştı, vıcık vıcık yağdı desem abartmış olmam. Eğer kendilerince hoşluk olsun diye porsiyonun üstüne dönerin yağından serpmemişlerse –ki yağın tadında öyle bir şey yoktu– bu kadar yağlı bir pilavın hayal kırıklığı olduğunu söylemeliyim. Yoksa, bunca yağ olmasa, tadı hoş bir pilav olacakmış. Ayrıca, tezgâhta sergilenen yemeklerin yağlı olduğuna dair ilk intibamın da o kadar yanlış olmadığını teyit etmiş oldum.<br /><br /></span><div style="text-align: center;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgF52zdMsm54srb5A7JZg_dVDHbmRyfHcdxHgRjdHj47NAri_hxVAw-UEeNRECF1DWmfJ5RjdiPYK86JwmPg2fsQAH2BDthmOZ5LRlomK0CCvajL8OrszHiqo9ftxYcvQd334xnLh6tTq0/s1600/kadikoy_doner2.jpg"><img style="display: block; margin: 0px auto 10px; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 298px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgF52zdMsm54srb5A7JZg_dVDHbmRyfHcdxHgRjdHj47NAri_hxVAw-UEeNRECF1DWmfJ5RjdiPYK86JwmPg2fsQAH2BDthmOZ5LRlomK0CCvajL8OrszHiqo9ftxYcvQd334xnLh6tTq0/s400/kadikoy_doner2.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5492290173284474082" border="0" /></a><span style="color: rgb(102, 51, 51);font-size:85%;" ><span style="font-style: italic;font-family:georgia;" >Rengarenk vitrin ve bol vaat, iyi bir lokanta olmaya yetmiyor ne yazık ki. Bunlardan önce, yemekleri daha özenli yapmaya çalışmak ve karnını doyurmaya gelen insanlara "elimizde senin gibi çok var" yaklaşımından uzak durmak gerekiyor.</span></span><br /></div><br /><span style="font-family:georgia;">Diyeceğim ki, bir başka gün daha şansımı deneyip bu yazdıklarımı gözden geçireyim, ama çok da cesaret edemiyorum. Ne de olsa o kadar ucuz bir yer değil. Zaten bu kadar merkezî bölgelerde bilmediğim yerlerde yemeye de soğuk bakarım. Bu tip mekânlarda <span style="font-style: italic;">“Ohoo, bize senin gibilerden çok gelip geçiyor, sen bir daha gelmesen n’olcak, nasılsa başkaları hep gelecek”</span> sözleriyle özetleyebileceğim bir kendinden eminlik ve dolayısıyla kayıtsızlık görülebiliyor ve esas itici olan da bu. Maalesef, Kadıköy Döner Restaurant’da da vardı bu. Önemle belirtmeliyim ki, bunun çalışanlardan kaynaklandığını hiç sanmıyorum; onlar öyle davranıyorlarsa da, bu, temelde, mekânın işletmecisi olanların tavırlarının bir yansımasıdır. Tamam, para pul ilişkilerini ve paranın hâkimiyetini bir anda bitirecek halimiz yok; ama bir lokanta, onu çalıştıranlar öncelikle insanların karnını doyurduklarını ve ancak bunun ardından karşılığında para kazandıklarını düşünürlerse doğru düzgün bir yere dönüşüyor. Zaten bu yüzden müdavimli mekânlar her zaman daha iyi değil midir? Çünkü oralarda “işletmeci” de usta da, “yarın ben bu insanın yüzüne bakacağım” kaygısıyla hareket eder ve insan ilişkilerini de güzel yapan kaygılardan biridir bu. Hele söz konusu olan karın doyurmaksa.<br /><br />Bu mekânı da buraya yazmış olalım ve söylediklerimizi iyi kötü dikkate alanlara başka yerleri tercih etmelerini tavsiye ederek yazıyı sonlandıralım.</span>Osman Yücel Demirsoyhttp://www.blogger.com/profile/02416666748544892633noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-651673791205531716.post-11875626085162663212010-05-03T18:24:00.014+03:002010-05-03T18:56:22.176+03:00Döner için güzel bir durak: Durak Büfe<a style="font-family: georgia;" onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh7xu47WALzcGk9yTPBZ__5W-RHaA6YQ12rb63byTbSTQzj4zsZmvinZoIrHNWKce3agixeYkWUBbUQehf17PXABzB3AO6z0G69PFQkjgjuQUgdQgK-BNgvykR-1tYmuKZXoX_zpgTPjOU/s1600/osmanyucel.jpg"><img style="float: left; margin: 0pt 10px 10px 0pt; cursor: pointer; width: 95px; height: 137px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh7xu47WALzcGk9yTPBZ__5W-RHaA6YQ12rb63byTbSTQzj4zsZmvinZoIrHNWKce3agixeYkWUBbUQehf17PXABzB3AO6z0G69PFQkjgjuQUgdQgK-BNgvykR-1tYmuKZXoX_zpgTPjOU/s200/osmanyucel.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5467065344446883058" border="0" /></a><span style="font-family:georgia;">Her mahalleye bir büfe-dönerci anlayışının geçerli olmadığı yıllarda, döner yemek ya da bir büfeye oturmak için şehir merkezlerine inmek gerekirdi. Amerikan filmlerinde genelde dedektif olan kahramanların yediği “hot dog”ları “sosisli” ismi altında yemek imkânını ancak merkezî yerlerdeki büfelerde bulurduk. (Bunu “imkân” olarak tanımlamak ayrı bir tartışma konusu, şimdi oraya girmeyeyim.) “Aile boyu” kolaların sofraların ayrıcalıklı misafiri olduğu yıllar... Cam şişedeki ve zor açılır kapaklı bu litrelik kolaların misafirliğine birkaç yıl içinde ketçap eşlik etmeye başladı, aynı yıllarda büfelerin sayısı da arttı. E, haliyle hepsi aynı yerlerde açılamayacağına göre sokak sokak yayılmaya başladılar, sonra da hemen her sokakta bir büfe görür olduk, her büfede de bir döner tezgâhı.</span><br /><br /><span style="font-family:georgia;">Artık bir yerde döner yemek öyle çok da özel bir şey değil. Dönerler de öyle. Hele tavuk döner de peyda olduktan sonra, renkli kartonlara elle yazılmış “yarım ekmek tavuk döner artı ayran 1 lira” yazılarını bolca görür olduk.</span><br /><br /><div style="text-align: center; font-family: georgia;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhsfq6Fm5DJZVEtdvAhvieJeHa_GRHRX9GufRsdu9nIwkLnD8io9T3o1mkCtGNbkOCjcawE5IaXfXwgqRC88nmfVn1c_QwBD1QTA2nFB_Z3wef-jLnypV_9DnHqMy5yI9fhGyYk1yIoNRg/s1600/durakbufe1.jpg"><img style="display: block; margin: 0px auto 10px; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 298px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhsfq6Fm5DJZVEtdvAhvieJeHa_GRHRX9GufRsdu9nIwkLnD8io9T3o1mkCtGNbkOCjcawE5IaXfXwgqRC88nmfVn1c_QwBD1QTA2nFB_Z3wef-jLnypV_9DnHqMy5yI9fhGyYk1yIoNRg/s400/durakbufe1.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5467065681349793522" border="0" /></a><span style="color: rgb(102, 51, 51); font-style: italic;font-size:85%;" >Durak Büfe'de tam anlamıyla "büfe döneri" satılıyor: hem ucuz hem de güzel. İlk fırsatta pide dönerini deneyin.</span><br /></div><br /><span style="font-family:georgia;">“Nerede o eski dönerler” tadında bir girizgâh oldu. Olsun. Klavyem döndüğünce size anlatmaya çalışacağım Durak Büfe’nin döneri, işte o eski yıllardaki dönerlerin mirasçılarından olduğu için böyle bir giriş gerekliydi. Burada, hiç kuşku yok ki, artık ismiyle cismiyle oturmuş, görece lüks restoranlarınki gibi bir döner bulamazsınız. <span style="font-style: italic;">(O dönerler zaten ateş pahasıdır. Kastım, Kadıköy’de eski PTT’nin yanındaki Kebapçı İskender ya da Bakırköy sahilindeki, kuruluş yılının başına M.Ö. ibaresi konması muhtemel Gelik Döner gibi yerler.)</span> Ama her köşe başına açılmış olan “dönerci”lerin, şekli döneri andıran ama tadı pek bir şeyi andırmayan dönerleriyle kıyaslanamayacak kadar da iyidir. Anlayacağınız, tam büfe döneri!</span><br /><br /><span style="font-family:georgia;">“Durak” da öyle anonim ve sık rastlanır bir büfe ismi ki, kim bilir memleket sathında kaç bin tane “Durak” büfe vardır! Bir kere otobüs duraklarının ya da eski usul otobüs terminallerinin hepsinde en az bir taneden, say say bitmez! İsmi fazlasıyla anonim olsa da, Durak Büfe Kadıköy’de en az yirmi yıldır var olan bir büfe. İsmi üstünde hak iddia etmeye yetecek kadar yaşı var. Muhtemelen İstanbul çapında böyle birkaç Durak Büfe daha vardır. Sermaye bağlantıları var mı bilemeyeceğim ve bu konuyu da uzatmayacağım zaten!</span><br /><br /><a style="font-family: georgia;" onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhf34IT4h2LcSHRWHQvUKwzqi2517MD7GnP2pxQ_XB-nPQgtKvt0Jc8dLwO7Q5V1gqG1qaTcTvdC7dwZtipTEi_HEwk28gkvUTvSg5DmfoCH4VAbyUjqWgafVMYUPn06gkMEZmWQJsH1Zk/s1600/durak_kroki.jpg"><img style="float: right; margin: 0pt 0pt 10px 10px; cursor: pointer; width: 320px; height: 255px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhf34IT4h2LcSHRWHQvUKwzqi2517MD7GnP2pxQ_XB-nPQgtKvt0Jc8dLwO7Q5V1gqG1qaTcTvdC7dwZtipTEi_HEwk28gkvUTvSg5DmfoCH4VAbyUjqWgafVMYUPn06gkMEZmWQJsH1Zk/s320/durak_kroki.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5467065488677444386" border="0" /></a><span style="font-family:georgia;">Bu yazıyı yazmama sebep olan Durak Büfe, Söğütlüçeşme Caddesi’ni Yasa Caddesi’ne bağlayan kısacık bir ara sokakta bulunan Durak Büfe. O sokağın bir ismi olduğundan bile şüpheliyim! O sebeple hemen buraya krokisini koyuyorum.</span><br /><br /><span style="font-family:georgia;">Yakın bölgede birkaç tane daha Durak isimli büfe olduğundan ve Kadıköy’de de daha pek çok aynı isimli büfe bulabileceğinizden, nereyi yazdığım belli olsun.</span><br /><br /><span style="font-family:georgia;">Durak Büfe’de tostundan sosislisine, pizzasından pidesine kadar pek çok yiyecek bulmak mümkün, ama ben özellikle dönerini yazacağım. Diğer ürünlerini yeme fırsatım olmadı, iyi veya kötü olduklarına dair bir fikrim yok. Ama döneri yazılmayı hak ediyor.</span><br /><br /><span style="font-family:georgia;">Durak Büfe’de döneri tabii ki porsiyon ve yarım ekmek arası da yiyebilirsiniz, ama orada döner yiyecekseniz pide arası yiyeceksiniz. Nokta. Çok güzel bir pidesi var. Dönerin eti güzel, temiz. Normalde, döner ateş önünde uzun süre durduğundan, eti iyi bile olsa saatler geçtikçe tadının ağırlaşması her zaman söz konusudur, ama Durak Büfe’nin dönerinde ben hiç öyle bir duruma rastlamadım. Öğle vaktine doğru ateşin önüne konan döneri zaten ikindi saatleri biraz geçtikten sonra bitmeye yüz tutuyor. Yani tam olması gerektiği kadar duruyor ateşin önünde.</span><br /><br /><span style="font-family:georgia;">Pidenin arasında yaprak kesilmiş döneri yeterli miktarda yerleştirdikten sonra, yanlık olarak, kızarmış patates, Amerikan salatası ve patates köftesi koyuyorlar. Patates köftesi, Durak Büfe’nin özgün denebilecek tatlarından biri. Pide veya ekmek arası dönerin içine güzel gittiğini söyleyeyim. Bir de ayrıca isterseniz küçük acı biber turşularından atabiliyorsunuz içine, ki ben çok severim. Döner sandviçinin içine sık rastlanır diğer malzemeleri (domates, yeşillik, sivri biber gibi) koymuyorlar. Ben, döner sandviçin içine en çok yakışan şeyin söğüş domates ve sivri biber olduğunu düşünüyorum, ama benim gibi bir domates fanatiği bile Durak Büfe’nin patates köfteli döner sandviçini beğeniyorsa, sahiden güzel yapıyorlar demektir! (Fazla benmerkezli bir yorum oldu ama ne yapalım, ben yazıyorum nihayetinde, değil mi?!)</span><br /><br /><div style="text-align: center; font-family: georgia;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhr86sYXlnPtztdumlgAFGsaGIyMtedKRh6E2ISyV2qEdwlkbO_dcZp_PHREF9Lq6SeWe3SwFzhcVnda35Wl2Vf7ickTtKIMOefvyfO67ruWHBLg1Y3-tMyGxM5CT7F-02ud2ECeHDY1ko/s1600/durakbufe2.jpg"><img style="display: block; margin: 0px auto 10px; text-align: center; cursor: pointer; width: 298px; height: 400px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhr86sYXlnPtztdumlgAFGsaGIyMtedKRh6E2ISyV2qEdwlkbO_dcZp_PHREF9Lq6SeWe3SwFzhcVnda35Wl2Vf7ickTtKIMOefvyfO67ruWHBLg1Y3-tMyGxM5CT7F-02ud2ECeHDY1ko/s400/durakbufe2.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5467065741223109554" border="0" /></a><span style="font-size:85%;"><span style="color: rgb(102, 51, 51); font-style: italic;">Bu poz ayaküstü çekildi, ama gizli çekil(e)medi. Fotoğraf çekildiğini fark eden dönerci ustamız camekan arkasından bariz ve sevimli bir vücut diliyle poz vermek istemiş, almış eline döner bıçağını, başlamış kesmeye. Sağ olsun. (Miş'li cümlelerimden de anlaşılacağı gibi fotoğrafları ben çekmedim, gizli gurmeliğin şanını bozmadım yani! O yüzden fotoğrafları çeken arkadaşın yalancısıyım!)</span></span><br /></div><br /><span style="font-family:georgia;">Yalnız, ben Amerikan salatasının (ya da nam-ı esas Rus salatasının) dönere yakışmadığı kanaatindeyim. Sandviçime koydurmuyorum zaten. Soğuk Savaş yıllarında propaganda amacıyla ismi manipüle edilmiş bu salatayı ben oldum olası sevemedim gerçi. En yakıştığı yer olan sosisli içinde dahi –ki o vakit ismi goralı oluyor, malumunuz– sanki sadece yiyeceğiniz şey ağırlaşsın diye konuyormuş gibi geliyor. Durak Büfe’de döner sandviçinize ekletip ekletmemek size kalmış, ben koydurmamanız tavsiyesinde bulunayım...</span><br /><br /><span style="font-family:georgia;">Bu güzel pide dönere 4 lira veriyor, ister geniş ve iki katlı salonunda oturarak, ister paket yaptırıp, isterseniz de elde alıp yürüye yürüye yiyorsunuz. Oturursanız, muhtemelen yanına içecek bir şeyler de alacaksınız tabii. Kapalı büyük ayran 2 lira. 6 TL’ye gayet güzel bir pide döner yiyorsunuz, pidenin güzelliği ve içindeki etin bolluğuyla sadece açlığınızı geçici olarak yatıştırmaya değil, bayağı bayağı karnınızı doyurmaya yetiyor.</span><br /><br /><span style="font-family:georgia;">Durak Büfe’nin dönerinden bahsedeceğimi söylemiştim. Tavuk döner bence gerçek anlamıyla döner sayılmasa da, beyaz ete düşkünlük ya da keseye uygunluk kriterleriyle onu da değerlendirmek lazım tabii. Tavuk döner ne kadar güzel olabilir bilmiyorum, ama Durak Büfe’deki daha bir yenebilir tavuk döner işte. Yani “ille de tavuk döner” derseniz, Durak Büfe’yi kesinlikle öneririm. Tavsiyem de, dürüm yaptırmanız. İçine eti bolca koyuyorlar, ek malzemeleriyle bir hayli kapsamlı bir tavuk döner yiyorsunuz. Günahı da 2,5 lira. “Çok açım ama fazla param yok” zamanları için çok uygun bir seçim.</span><br /><br /><span style="font-family:georgia;">Durak Büfe, Kadıköy’ün merkezinde olduğu için müşterisi her daim olan bir yer. İsmi Kadıköylülerin kulağına aşinadır zaten. Öğle vakti çevredeki esnafa paket servis yapıyorlar, Kadıköy merkezde işi olan hanım ablalarımızın akşam yemeğine dek açlıklarını bastırmalarını ve alışveriş yorgunluğu arasında soluklanmalarını sağlıyorlar, öğrencilerin okul çıkışı üç beş muhabbet çevirip bir şeyler atıştırmalarına masalarını açıyorlar. Eh, böyle olunca da, akşama doğru döner bitmeye yüz tutuyor. Bir büfe için en güzeli de bu zaten.</span><br /><br /><div style="text-align: center; font-family: georgia;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgUES_T-1veR0m27l4qqGapm4wqtep-ulZLKAdXLwVrluIJnIyKlZs5ePz-PJqX63g6PYa3z_5CZVk2OilisUQeUfITiZQ0tG9b4Edy2BEJx_hnjcd6ctR-gTIcGECPr2UJ15dV2f-yeTU/s1600/durakbufe3.jpg"><img style="display: block; margin: 0px auto 10px; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 298px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgUES_T-1veR0m27l4qqGapm4wqtep-ulZLKAdXLwVrluIJnIyKlZs5ePz-PJqX63g6PYa3z_5CZVk2OilisUQeUfITiZQ0tG9b4Edy2BEJx_hnjcd6ctR-gTIcGECPr2UJ15dV2f-yeTU/s400/durakbufe3.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5467065800400954178" border="0" /></a><span style="color: rgb(102, 51, 51);font-size:85%;" ><span style="font-style: italic;">Havalar da iyice ısınmaya başladı. Geniş mekânın yanı sıra dışarı atılmış masalara da oturup döner yemek mümkün.</span></span><br /></div><br /><span style="font-family:georgia;">Hem ucuz hem de güzel döner yemek için hiç düşünmeden uğrayın Durak Büfe’ye. Söğütlüçeşme Caddesi’nin Rıhtım’a doğru sonlarında, Çarşı içine girmek için kullanacağınız sokaklardan birinde. Sokağın caddeye bakan yüzünde Hosta Piknik var. Orada da döner satıyorlar, ucuz da. Bakın Hosta’yı da bir ara yazalım burada, ama tam oralarda canınız döner çektiyse, Hosta’yı değil de birkaç adım ötedeki Durak’ı tercih etmenizi tavsiye ederim. “Sürümden kazanıyoruz” ayağına kötü döner satmıyorlar hiç olmazsa!</span><br /><br /><span style="font-style: italic;font-family:georgia;" >Not: Durak Büfe, önceden ana cadde üzerindeydi, parka bakardı. Eski Kadıköylülerin sık uğradığı bir yerdi. Artık orada değil...</span>Osman Yücel Demirsoyhttp://www.blogger.com/profile/02416666748544892633noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-651673791205531716.post-81548986921245281832010-03-04T18:23:00.005+02:002010-05-01T19:59:46.222+03:00İnsan boyu etli ekmek: "Etliekmekcim"<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiGNjHfvqMvrhg81jLztof8tH1y3viULS7SO6dR9R9jAQtd5XDKL-vul14uq5no4POGq4JUxuOUN5cnkaY45Zmr1C4wyDvW7R3HkazISooCv9yGWnSjC6oE7X_8in9pu91QR-UPmZ_vC8Q/s1600-h/osmanyucel.jpg"><img style="margin: 0pt 10px 10px 0pt; float: left; cursor: pointer; width: 95px; height: 137px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiGNjHfvqMvrhg81jLztof8tH1y3viULS7SO6dR9R9jAQtd5XDKL-vul14uq5no4POGq4JUxuOUN5cnkaY45Zmr1C4wyDvW7R3HkazISooCv9yGWnSjC6oE7X_8in9pu91QR-UPmZ_vC8Q/s200/osmanyucel.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5444815493134273826" border="0" /></a><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" >“Etliekmekcim”, Kadıköy Çarşı’nın içinde sayılabilecek bir yerde gayet yakın bir zamanda açıldı. Yanlış hatırlıyor olabilirim ama yaz aylarıydı sanırım. O gün bugündür gideceğim, oraya uğrayıp yiyen arkadaşlarım oldu, bana da tavsiye ettiler, ama kısmet bugüneymiş. Eh, her işte bir hayır vardır, hiç olmazsa zamanla oturmuş bir yere gitmiş olduk biz de.<br /><br />Etliekmekcim, Konya usulü “insan boyu” pidesiyle meşhur. Lokantanın vitrininde insan boyu vurgusu bolca var zaten. Hiçbir şey olmasa bile sırf bu, insanın ilgisini çekmeye yeter, değil mi? Daha önce Etliekmekcim’de yemiş tanıdıkların da ilk vurgusu pidenin büyüklüğü üzerine oluyordu haliyle.<br /><br />“İnsan boyu”, eğer pigmeleri ortalama insan boyunun temsilcileri saymıyorsanız, mübalağalı bir tabir tabii. Ama teşbihte hata olmaz; pideler 1,20-1,30 m civarı bir boya sahipler gerçekten de. Kalınlığı da 12-13 cm var. Gözünüzün önüne getirin artık.<br /><br />Etliekmekcim’in geniş, ferah bir salonu var. Orta halli kebapçı lokantalarını düşünün, o dekorasyonu biraz daha cıvıl cıvıl yapmışlar, biraz modifiye etmişler, diyelim. Kış soğuğu geçer gibi olduğundan, dışarı da atmışlar iki üç masa.<br /><br /></span><div style="text-align: center;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjpOFvP95FWsUPY-5BvjryzoqH06D-R_tukKPyYwoGIpRJcWskbCMsMX4Ms6aK0o0MNL8qY81Tc7Jr7exZQIJ4r8j9UXiA0OaqU8Ww613ulXB7bvbTjwQdHtzz5RnYi6F02zeRdvLaG9G0/s1600/etliekmekcim1.jpg"><img style="display: block; margin: 0px auto 10px; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 299px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjpOFvP95FWsUPY-5BvjryzoqH06D-R_tukKPyYwoGIpRJcWskbCMsMX4Ms6aK0o0MNL8qY81Tc7Jr7exZQIJ4r8j9UXiA0OaqU8Ww613ulXB7bvbTjwQdHtzz5RnYi6F02zeRdvLaG9G0/s400/etliekmekcim1.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5466345856727685170" border="0" /></a><span style="font-style: italic; color: rgb(102, 51, 51);font-size:85%;" ><span style="font-family:georgia;">Etliekmekcim'in yazılmasından çok sonra çekildi bu fotoğraf. Ama "krize karşı indirim" kampanyaları halen devam ediyor. Kriz geçmediğine göre gayet yerinde bir durum.</span></span><br /></div><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" ><br />Ben gittiğimde ne öğlen ne de akşam yemeği saatiydi, tam arası olduğundan dükkanda da benimle birlikte üç müşteri vardı. Oturduk, söyledik etli ekmeğimizi, yanına da yayık ayran… Çalışan arkadaş “Pideyi tabağa böleyim mi, yoksa olduğu gibi mi servis edelim?” diye sorunca, haliyle, “nasıl yemek gerekirse öyle yiyelim, görelim bir pideyi, bütün getirin” dedim. Fazla beklemeden geldi pide. Oturduğum dört kişilik masanın ortasına, peçetelikleri yükselti olarak kullanıp, daha çok kitaplık rafına benzeyen “tabağında” getirdiler etli ekmeği. Pide, boyundan da tahmin edeceğiniz gibi, boylu boyunca kapladı masayı. O masaya dört kişi oturup da hepimiz etli ekmeği bütün istesek, yeme kısmı bolca akrobatik hareket gerektirecekti muhtemelen.<br /><br />Etli ekmeğin yanında közde pişmiş iki dilim patates ve bir közlenmiş biber veriyorlar. Önümdeki menüyü (ve dükkanda pek çok yere asılmış yazıları) düzgün okumadığımdan, “Yahu iki dilim domates falan da koysanız yanına…” diyordum ki, servisteki arkadaş “Açık büfe salatamızdan ücretsiz olarak yararlanabilirsiniz, beyefendi” diye lafı ağzıma tıktı. İyi de etti. Ama keşke ben pideyi beklerken uyarsaydı beni de, salata tabağını dolduracağız derken, etli ekmeğimiz masada yalnız başına soğumaya kalmasaydı!<br /><br />Neyse, aldık salata tabağımızı, ayran zaten masada; sıra, etli ekmeği Konyalı ustalarımızın tavsiye ettikleri gibi, elle bölerek yemekte. Etli ekmek, dana kıyma harcının Etliekmekcim’in Konya’ya has un karışımından hazırladığı ince hamurun üzerine yayılıp bunun odun fırınında pişirilmesiyle yapılıyor. Son olarak da üstüne tereyağı sürülüyor. Sahiden de incecik ve çıtır çıtır olmuş pide hamurunun üstünde hiç de azımsanmayacak orandaki kıymasıyla gayet lezzetli bir pide. Şekli şemaili zaten insanın iştahını açıyor, tadı da bu açılan iştahı hakkıyla doyurmaya yetiyor.</span><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" ><br /><br />Efendim, etli ekmeğin hasının yağı damlarmış yerken. Burada olmadı o. Halbuki etli ekmeğin tadı da gayet güzel. Düşündüm, aklıma tek sebep geldi: Etliekmekcim, Konya’nın etli ekmeğinin tadını, İstanbul için biraz hafifletmiş bence. Zaten koyun eti yerine de dana eti kullanmışlar. Muhtemelen orijinalini aynen yapsalar, kentli midelere ağır gelirdi. Tadını da modifiye etmişler yani. Bence iyi de etmişler. O kadar yağlı etli ekmeği, hele bir de koyun etiyle yapılsaydı, yemeyi hiç gözüm kesmezdi şahsen. Ya da yeseydim bile, oturduğum yerden bir iki saat kalkamazdım muhtemelen! En azından bir iki soda, peşi sıra da üç dört bardak çay içmeden!..<br /><br />Bu şekilde servis edilmesinin daha iyi olmasının bir nedeni de, pidenin hamuru çok ince olduğundan tabakta üst üste konduğunda hamurlaşma ihtimali imiş. Doğrusunu yapmışız yani. Ama böyle de çok uzun olduğundan, hızlı yemezseniz, pidenin sonu soğuyor! Bir nevi, dört lahmacunu önünüze yayıp yediğinizi düşünün. (Merak etmeyin, hamuru ince olduğundan, dört lahmacun yemiş gibi olmuyorsunuz.) Ama önünüzde uzanmış yatan pide, zaten sizi hızlı yemeye yeterince teşvik ediyor!<br /><br /></span><div style="text-align: center;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi5KFD_f9MrLE29to-sDVZuKpvWVccy8RWu37ADg_5ppohNzgfgl1yMXfOiY-FRQ1lwxxB-0DDK6-ddMM_iIcmOp3PvsMpNXK5kJ1rXL6WysQHoQI0X5v0tUDf91DqtEA7knqsigde5SYo/s1600/etliekmekcim2.jpg"><img style="display: block; margin: 0px auto 10px; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 298px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi5KFD_f9MrLE29to-sDVZuKpvWVccy8RWu37ADg_5ppohNzgfgl1yMXfOiY-FRQ1lwxxB-0DDK6-ddMM_iIcmOp3PvsMpNXK5kJ1rXL6WysQHoQI0X5v0tUDf91DqtEA7knqsigde5SYo/s400/etliekmekcim2.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5466345917637597922" border="0" /></a><span style="color: rgb(102, 51, 51);font-family:georgia;font-size:85%;" ><span style="font-style: italic;">Telefon numarası bir hayli açık oldu, değil mi?</span></span><br /></div><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" ><br />Etliekmekcim’de benim yediğim etli ekmek dışında, aynı boyda dört pide daha var. “Mevlana”, dana kıyma harcına peynir karıştırarak; “Bıçak Arası”, satır kıymayı biraz daha kuşbaşı kıvamında bırakarak (anladığım kadarıyla en iyi tarifi bu); “Alaaddin” de, bu minik kuşbaşılı pideye peynir katarak hazırlanıyor. Son olarak, “Börek” tabir ettikleri, tercihinize göre peynirli, patatesli, ıspanaklı, semizotlu ve yoğurtlu pideleri var. Peynirli pidenin peynir karışımının içinde tereyağlı bez tulumun olduğunu vurgulayayım; yani özel bir peynirle yapıyorlar. Ben bir dahaki gidişimde Bıçak Arası ya da Alaaddin’i denemeye niyetliyim.<br /><br />Salatanızı siz zevkinize göre hazırladığınız için sorun yok zaten. Nasıl isterseniz öyle yapın. Yayık ayran benim çok hoşuma gitmedi. Belki fazla müşteri olmadığından biraz beklemiş bir ayrandı, belki de yine aynı sebepten soğutucusunu açmamışlardı da sıcakçaydı, tam emin değilim. Kesin karar vermek için bir daha denemek lazım.<br /><br />Masa boyunca uzanan etli ekmeğimiz 9 lira. Hem tadı hem de doyuruculuğu itibariyle gayet uygun bir fiyat. Kesinlikle değer. Etiekmekcim, yeni açıldığı zaman da uygun fiyatlara sahipti, demek ki açılış promosyonu minvalinde düşük fiyattan verip sonradan fiyat bindiren yerlerden değilmiş, ne güzel! Mevlana ve Börekler de 9 lira; Bıçak Arası ve Alaaddin ise 10 lira. Bu arada, özellikle vurgulayayım, “bu boyda pide, iki kişi oturur yeriz” deyip de oturmayın, zira etli ekmek tek kişiyi doyurur. İnce hamurun sonucu. Ayran 2 lira. Açık büfe salatanın ilk tabağı ücretsiz; ikinci tabak almak isterseniz 3 lira veriyorsunuz.<br /><br /></span><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjTMDG_5qMz9uz2fS0CosHK61z5J29fbCk9aSTCtBozAheRTDmLY2s_gqOrNpZWLNxtnLFokmSEq6p4UzxeN90zOhH1J1FASRLk10LcKZtz29edM19goAJWwlTs1C0PtjsQKzZAHMDrzNo/s1600/etliekmekcim.jpg"><img style="float: right; margin: 0pt 0pt 10px 10px; cursor: pointer; width: 242px; height: 320px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjTMDG_5qMz9uz2fS0CosHK61z5J29fbCk9aSTCtBozAheRTDmLY2s_gqOrNpZWLNxtnLFokmSEq6p4UzxeN90zOhH1J1FASRLk10LcKZtz29edM19goAJWwlTs1C0PtjsQKzZAHMDrzNo/s320/etliekmekcim.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5466347303439441682" border="0" /></a><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" >Etliekmekcim’in diğer yemeklerini en azından fiyatlarıyla analım, yemedik çünkü. Konya fırın kebabı (14 TL), fırın kaşarlı güveç (12 TL), tavuk baget kebap (10 TL), fırın sac tava (12 TL); bunların hepsinin yanında açık büfe salatanızı alabiliyorsunuz. 12 liralık karışık ızgara da, salatanın yanında cacık ve ezme ikramıyla ilgi çekici görünüyor. Artık, cebinizin ve keyfinizin durumuna göre deneyip denememek size kalmış. Tereyağlı közleme tabağı (3 lira), fırında köy peyniri kızartması (5 TL) gibi daha pek çok çeşit, çorbalar, su börekleri, tatlılar da var. Ayrıntılar için müracaat Etliekmekcim’e diye kesip bu kısmı uzatmayayım. Ama bir dahaki gidişimde, cebim uygun olursa, Hatay’ın kral künefesini deneyeceğimi de söyleyeyim. Güzel yapacaklarmış gibi bir his var içimde. (Hisler girdi işin içine, ilginç bir lokanta yazısı olmaya başladı!)<br /><br />Etliekmekcim’in, daha çok küresel fast-food şirketlerinde gördüğümüz türden bir promosyonu var ki ilgimi çekti. “Çocuk Menüsü”nde küçük etli ekmek (“midi” diyorlar), ayran, salata falan var, yanında da çocuğun seçtiği bir oyuncak hediye! Pembe panter, ayı, Tazmanya canavarı bebekleri falan… Hepsini de lokantanın ortasına dizmişler, çok sevimli bir görüntü olmuş! Bilmiyorum satışları etkiliyor mudur, ama en azından görüntü olarak gayet hoş bir kampanya.<br /><br />Yedik, içtik, gözlemledik, acelemiz olduğundan çay ikramı teklifini geri çevirdik, afiyetle kalktık. Karnımızı keyifle doyuran etli ekmek artı ayrana 11 lira verdiğimiz için de mutlu kalktık.<br /><br />“Nerede bu Etliekmekcim?” derseniz, Kadıköy Çarşısı’nın orada Kethuda Çarşı Camii’ni bulun, yanındaki sokaktan düz ilerleyin. Oranın ismi Moda Caddesi’dir, ama ben oralarda hiçbir yeri Moda Caddesi diyerek bulmadım! Olmadı, telefonunu verelim, arar, sorarsınız: (0216) 346 14 88.<br /></span>Osman Yücel Demirsoyhttp://www.blogger.com/profile/02416666748544892633noreply@blogger.com7tag:blogger.com,1999:blog-651673791205531716.post-197202736851583992009-11-11T18:01:00.008+02:002009-11-12T13:28:45.063+02:00Güzel dürümün kaynağı: Fırat Dürüm<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhGC2zPC62OnOoy3ydR6Xhono7fN3gdtIQvsVbzb992DlpOlLjIwGXf60f7mvxpx2SbfqYw3D7XZeD104GZ2rrBJ1CTIL8ktzkq7P3ofYXEWcPDP3a9ZrUEP9PViZvd51yKra9sw6mWNU8/s1600-h/osmanyucel.jpg"><img style="margin: 0pt 10px 10px 0pt; float: left; cursor: pointer; width: 95px; height: 137px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhGC2zPC62OnOoy3ydR6Xhono7fN3gdtIQvsVbzb992DlpOlLjIwGXf60f7mvxpx2SbfqYw3D7XZeD104GZ2rrBJ1CTIL8ktzkq7P3ofYXEWcPDP3a9ZrUEP9PViZvd51yKra9sw6mWNU8/s200/osmanyucel.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5402877078554570642" border="0" /></a><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" >İşte, oranın mamulünü yemeden “yedim” diyemeyeceğiniz kadar güzel yemek yapan bir yeri daha yazmanın vakti geldi. Rıhtım Caddesi’nin hemen arka sokağında, sanki araya dereye sıkışmış gibi duran bir pırlantadır Fırat Dürüm.<br /><br />İskele tarafından Rıhtım Caddesi’ne girdiğinizde, yol üstündeki Üsküdar dolmuşları ile otobüs durağını geçince ilk sağa (Yoğurtçu Şükrü Sokak) sapın, sonra da ilk sola. Bu ismi güzel, kendisi kısa ve dar sokakta (Tayyareci Sami Sokak), yan yana dizilmiş bir lokanta ile kahvehaneyi geçince, sokağın bir yanında küçük ocakbaşı dükkânı, hemen karşısında da küçük “salon”uyla Fırat Dürüm’ü göreceksiniz. Havalar güzelce olunca dükkânların önüne iki üç masa da atıyorlar.<br /><br />Fırat Dürüm, mevkiine ve dükkânların küçüklüğüne bakıp da ayaküstü biraz para kazanmak için açılmış kötü dürümcü sınıfından diye değerlendirebileceğiniz bir yer değil ama. Ustası kebap yapmayı becerdiği ve sevdiği için var olan, o yüzden de güvenle oturup afiyetle kalkabileceğiniz bir yer.<br /><br />Fırat’ın dürümleri dışındaki bir diğer güzelliği 24 saat açık olması. Hangi saatte giderseniz gidin, hemen bir “hoş geldin” ve ondan kısa bir süre sonra da hoş bir dürümle karşılaşıyorsunuz. İçerisi, dışarısı, masaları, tezgâhı 24 saatin 24’ünde de temiz görünüyor.<br /><br />Girizgâhı niye yemeklerle değil de, bu bilgilerle yapıyorum? Fırat’ın, “biz bu işin ustasıyız” ayağına salaş dükkânlarda kötü etlerle müşterisini söğüşleyen yerlerden biri olmadığını baştan ortaya koymak için.<br /><br /></span><div style="text-align: center;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjTDxf-JQu2dtDvXaMUUbYUhZKXjaMWvpzTcDqITqwXrWAuBFkPGUUlz753fxyWyTwSYV4Tjc_ETIdEWXNjeEtPuZ2_kQL1gWllHNQVvkzLHJNj8yUUblKbw_aKyyb0-2BgJ4GcmAlwjb8/s1600-h/firat1.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 298px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjTDxf-JQu2dtDvXaMUUbYUhZKXjaMWvpzTcDqITqwXrWAuBFkPGUUlz753fxyWyTwSYV4Tjc_ETIdEWXNjeEtPuZ2_kQL1gWllHNQVvkzLHJNj8yUUblKbw_aKyyb0-2BgJ4GcmAlwjb8/s400/firat1.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5402877237924042674" border="0" /></a><span style="font-size:85%;"><span style="font-style: italic; color: rgb(102, 51, 51);font-family:georgia;" >Akşam üstü vakitleri... Fırat'ta, yemekten ziyade sohbet zamanı. </span></span><br /></div><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" ><br />Gelelim yiyeceklere: Dürüm yiyin. Hangisini tercih ederseniz edin, istediğiniz bir tanesini közde çıtır çıtır hale getirilmiş lavaş ekmeğinin içerisinde mutlaka yiyin. Ben Adana ve çöp şiş tercih ederim, söylerim dürümümü, mümkün olan en kısa sürede, içi yeşillik ve domatesle doldurulup etin boğuntuya getirildiği “dürümümsü”lerden değil, taze ve güzel pişmiş etle yapılmış dürümlerden gelir önüme. Kısacası, önünüze gelen dürümün kalınlığı ne kadarsa, işte o kalınlığı etin verdiğinden emin olabilirsiniz, ki lokmalarınız ilerledikçe bunu siz de fark edeceksiniz. Çöp şişin eti güzeldir, et parçaları küçüktür (doğal olarak) ama kurutulmaz. Adana’nın eti de, kıvamı da güzel. Adana niyetine “yağ kebabı” yemezsiniz. Tam ağzınızı sulandıracak kadar yerinde pişirilmiş bir kebap yapıyorlar. Adana’nın acısı da kıvamındadır ha… İsterseniz, garnitürünü daha bol koyuyorlar elbette, ama öyle olduğunda da eti boğuntuya getirmiyorlar.<br /><br />Fırat’ın bir diğer güzel dürümü de sucuklu olanı. Bildiğimiz o eski tarz Coşkun sucukla yapılmış <span style="font-style: italic;">(Coşkun sucuğu "hatırlarsınız": hafif acılı, hindi ya da piliç karıştırılmamış tam dana etli, baharat yoğun değil et yoğun, tavada ya da mangalda eşsiz tatlı yağını salan sucuk; artık marketlerde bulmak kolay değil, bulsanız da ucuz değil!)</span>, sucuk dolu bir dürüm hazırlıyorlar; parmağınızdan vakit bulursanız dürümü de yiyorsunuz! Tavuk dürüm de var; ben hiç tatmamış olsam da, bir ön kabul olarak güzel yaptıklarını düşünüyorum. Fakat hayatımız ucuz diye tavuk eti yemekle ve bu yüzden yumurtlama tehlikesiyle geçiyor zaten, Fırat gibi bir dürümcüye oturunca da tercihi doğal olarak kuzudan, danadan yana yapıyorum.<br /><br />Dürümün lavaşını tekrar vurgulayayım: Dürümü hazırladıktan sonra ustamız, dürümü yarım dakika kadar közde çeviriyor ki şöyle üstünde yer yer yanık izleriyle çıtırdatarak yiyebilesiniz.<br /><br />Fırat’la üç beş merhabanız olduktan sonra, dürümünüzün yanına kırmızılahanalı, sumaklı soğanlı, domatesli, kıvırcıklı, güzel soslu bir salata da ikram ediyorlar. Haliyle, acı biber turşusu bir kap içinde masada zaten. Eh, ayran da sizden olsun artık! Tüm bunları afiyetle yediniz, içtiniz; yemeğin hararetini çayla alırken, elinizi cebinize atıyorsunuz, Adana’ya, çöp şişe, kuzu şişe 6 lira, sucuk dürüme 7 lira, ayrana da 2 lira hesabıyla ödemenizi yapıyor ve mutlu mesut kalkıyorsunuz.<br /><br /></span><div style="text-align: center;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiLiYS2ddEzOaRVPNYWpq0KjR1VE-lHB_UDBzmbcJ64LkUfudYt_rNcEfwIFnW5TzIvXPpw3gC6bEGI2Oe9SihZUcZi_YRXgS4w6bLM7Y_1wkkRn_Ty1VSuMlKRysOr08emhWv-DchtCfw/s1600-h/firat2.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 298px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiLiYS2ddEzOaRVPNYWpq0KjR1VE-lHB_UDBzmbcJ64LkUfudYt_rNcEfwIFnW5TzIvXPpw3gC6bEGI2Oe9SihZUcZi_YRXgS4w6bLM7Y_1wkkRn_Ty1VSuMlKRysOr08emhWv-DchtCfw/s400/firat2.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5402877329292389874" border="0" /></a><span style="font-size:85%;"><span style="color: rgb(102, 51, 51); font-style: italic;font-family:georgia;" >İlk fotoğraftaki dükkânın hemen karşısındaki salon. Bugün hava çok da kötü değil, yağmur yağmadıkça dışarıda oturmak uygundur.</span></span><br /></div><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" ><br />Fırat’a kimler gelir, kimler gider mevzuundan da bahsedelim, Fırat’ın yerinden ve tam gün açık olmasından dolayı önemli bir konu bence. 24 saat açık yer, Rıhtım Caddesi’nin hemen arka sokağında, yani Misakı Milli’deki “birahane”lere yakın, beklersiniz ki, gündüz birkaç esnafı doyurduktan sonra, geceleri de midesi ve kafası bulanmış, yalpalayarak yürüyenlere iş yapan bir yer. Ama öyle değil işte. İlginçtir, Fırat Dürüm, kendi bölgesinde meşhur bir yer olmakla birlikte, gecenin bir vakti de gitseniz masalarda “birahane” firarilerini görmüyorsunuz. Usta, sahiden kebap yapıp satmak için kurmuş mekânını, müşteri profilinin de Misakı Milli üstüne kurulu olmasını istemiyor anlaşılan ve bunu da başarmış. Bunu “nezih mekân” gibi bir takıntım olduğu için vurgulamıyorum (hatta şu “aile salonu” icadını da hiç sevmem), hitap ettiği kesimi midesi alkol etkisiyle kazınanlara dayanarak kuran yerlerin yemeklerinde çok seçici olmayabileceklerini bilerek yazıyorum. “Sarhoştur, ne yese gider” mekânlarının yemekleri, damağa değil, tıkınmaya uygundur çoklukla. Fırat Dürüm ise, sanırım, kebabıyla, tazeliğiyle, temizliğiyle anılmak, bilinmek istiyor. Biz de burada öyle andığımıza göre, bu konudaki başarı hanesine naçizane bir çizik de biz atmış oluyoruz.<br /><br />24 saat açık Fırat’ın gecelerini, taksiciler, işinden gece yarısından sonra çıkanlar, muhtemelen “taşı toprağı altın” kente gece vakti inenlerle gece vakti kenti terk etmeye hazırlananlar dolduruyor. İlla bir yalpalayan görürseniz, yüksek olasılıkla, etraftaki apartmanlarda yaşayan ve birayla merhabası henüz çok yeni olan üniversite öğrencileridir. Fırat’a son gidişimde saat gece 3.30 civarıydı; masalarda oturanlar olarak, hafiften sallanan, bira acemisi iki genç dışında, hepimiz ayıktık.<br /><br />Eh, yemeklerini yazdık, fiyatlarını yazdık, yerini yurdunu yazdık, geleni gideni de ufaktan yazdık, daha ne olsun. Canınız çekmiş, mideniz de kazınmaya başlamıştır herhalde. Kazınır tabii, hatta son gidişimde iki dürüm yediğimi de söyleyeyim de, Fırat Dürüm’e iyice heveslenin.<br /><br />Not: Fırat Dürüm'de çorba da içebilirsiniz. Telefonunu da verelim: 0216 336 10 68<br /></span>Osman Yücel Demirsoyhttp://www.blogger.com/profile/02416666748544892633noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-651673791205531716.post-29597484588339069402009-10-09T20:33:00.005+03:002009-10-09T20:40:18.811+03:00Ciğerci Hulusi, Bölüm 2<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhUqzqudfYMqp394HeAIfpet2_PqOECFzLElqOlTMdRYjqdCP7jSCyzsWWBcILOzLWph9ClsDQQmQD8NGGKZDi5Sk0B6VH2GQaWo7d4Y8SsfWVdz87CAzd87wlJUfZWJtRrKMEqnOqSRlg/s1600-h/osmanyucel.jpg"><img style="margin: 0pt 10px 10px 0pt; float: left; cursor: pointer; width: 95px; height: 137px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhUqzqudfYMqp394HeAIfpet2_PqOECFzLElqOlTMdRYjqdCP7jSCyzsWWBcILOzLWph9ClsDQQmQD8NGGKZDi5Sk0B6VH2GQaWo7d4Y8SsfWVdz87CAzd87wlJUfZWJtRrKMEqnOqSRlg/s200/osmanyucel.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5390655335119263554" border="0" /></a><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" ><a href="http://kadikoygurme.blogspot.com/2009/07/cigerci-hulusinin-tantunisi.html">Daha önce söylediğimi</a> yaptım ve Ciğerci Hulusi’nin Mühürdar Caddesi’ndeki lokantasına gidip ciğer yedim. Gerçi yememin üstünden bir hayli vakit geçti, henüz Ramazan ayıydı, ama olsun, Ciğerci Hulusi kaç yıldır orada, bizim yazımız da birkaç hafta gecikse ne olacak, değil mi?<br /><br />Aslında yemek yemeye niyetim yoktu, oralara işim düştüğü bir gün Ciğerci Hulusi’ye rastladım ve orada yeme niyetim aklıma geldi. Hem oruç vakti hem de öğle ile akşam yemeği arası olunca dükkân bir hayli boştu, daldım içeri.<br /><br />Misbah Muayyeş gibi hem telaffuzu hem de akılda kalması zor bir ismi olan bu sokaktaki Ciğerci Hulusi, dükkânın önündeki teras misali boşluğa küçük tabureli iki üç masa atmış, iç tarafı ise genişçe bir lokanta. Kapıdan girince sizi devasa “mutfak” bölümü karşılıyor. Sıralanmış birkaç masanın ardındaki geniş cepheli mutfak tezgâhı yan yana dizilmiş sebzeler ve hemen arkasında yanmakta olan büyük mangalıyla göz ve iştah açıcı. Hani mekânın yarısına mutfak kurmuşlar desem yeridir. Bir de üst kat var, gayet geniş bir alan.<br /><br />Terastaki küçük masalardan ikisi doluydu, içerisi ise bomboş. Mutfak tezgâhının ardındakiler boşluğu fırsat bilip kendi aralarında sohbet ediyor ve anlaşılan o ki iftar vakti yaklaştığında bulamayacakları tembellik anını değerlendiriyorlardı. Oturdum, bir ciğer dürüm söyledim, başladım beklemeye.<br /><br />Ramazan ayında oruç vaktinde lokantalarda yemenin sıkıcı yanı, lokantanın esas performansını iftara geleceklere sakladığını bilmenizdir. Bunun nedeni dindarlık falan değil tabii, ne de olsa iftarda hemen her lokanta canhıraş dolar, insanlar aç kalmış olmanın verdiği motivasyonla masaları doldurmaya meyilli olur, para sakınma ihtimalleri diğer zamanlara nazaran azalır. Bir de üstüne iyi hizmet bekler ve bütün masalar aynı iyi hizmeti aynı anda bekleyecekleri için de aşçılar, garsonlar, komiler bol deparlı bir akşam geçirirler. O yüzden de, lokanta çalışanlarının performansı, oruç vaktinde masalar dolu olsa bile iftar zamanıyla aynı olmaz hiçbir zaman.<br /><br /></span><div style="text-align: center;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjb74-GZE5fdXlcWfBgxoffJOLxXIalJe65X62uWh-1CWv5YvF6jVaRHTdvDVggTLiqFPli_wi_2xjays0I46rZXMmuaJndX3S6oMwcUwUuxLnx1LP5rt_uoTyl4aCI5BUcrXPlZCpc8YI/s1600-h/cigerci_hulusii2.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 300px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjb74-GZE5fdXlcWfBgxoffJOLxXIalJe65X62uWh-1CWv5YvF6jVaRHTdvDVggTLiqFPli_wi_2xjays0I46rZXMmuaJndX3S6oMwcUwUuxLnx1LP5rt_uoTyl4aCI5BUcrXPlZCpc8YI/s400/cigerci_hulusii2.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5390655187446815314" border="0" /></a><span style="font-style: italic; color: rgb(102, 51, 51); font-family: georgia;font-size:85%;" >İştah açıcı, değil mi? Bu görüntünün hemen arkasında ciğerinizi pişirmek için harıldayan mangal var...</span><br /></div><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" ><br />İşte ben de ciğerle oruç yemeye niyetlenen birisi olarak biraz fazla bekledim Ciğerci Hulusi’de. Bir yandan aklımdan hemen üst paragrafta yazdıklarım geçerken, bir yandan da “Ciğerci Hulusi’de beklesem bile kesin sonrasında memnun olacağım” eminliğini taşıdığım için çok gerilmedim. “Şimdi kesin önüme getirecekleri o küçük sebzeleri hazırlıyorlardır, hatta belki biber falan közlüyorlardır” diye seviniyordum bile.<br /><br />Bekleyişin ardından ciğer dürümüm geldi, ama diğerleri gelmedi! Artık Ramazan’da mı böyle bir uygulama yapıyorlar yoksa <a href="http://kadikoygurme.blogspot.com/2009/07/cigerci-hulusinin-tantunisi.html">Altıyol’daki lokanta</a>nın taze naneli, sumaklı soğanlı ikramları burada yok mu, onu bilemiyorum. “İki parça domates için mi laf ediyorsun yani?” demesinler kaygısıyla sormadım da. (Niye böyle bir kaygı taşıdıysam artık?!)<br /><br />Neyse umduğumuzu değil bulduğumuzu yiyelim diyerek, acılı şalgam suyumu da bardağa doldurup ciğer dürümümü yemeye başladım.<br /><br />Ciğerine edilecek laf yok tabii, çarpar adamı! Gerçekten harika yapıyorlar ciğeri. Ciğer (eti) çok güzel ve tam kıvamında pişiriyorlar. Bakın, şimdi yazarken bile ağzım sulandı! Ciğer parçalarını hafiften irice doğramışlar ki böylece kömürde pişen ciğerde karşılaşabileceğiniz pişmemişlik-kurumuşluk karşıt ihtimalleri devre dışı kalıyor. Yemeyi seven bir insan olarak, düşüneni de pişireni de kutluyorum.<br /><br />Ciğer seviyorum diyorsanız, Ciğerci Hulusi’ye mutlaka gitmiş olmanız lazım. Yoksa eksik kalırsınız. Hatta, sakatatlarla arası iyi olmayan bir arkadaşınızın aklını çelmeyi düşünüyorsanız, ilk başvuracağınız adres de burası olmalı bence. Ciğerden başlayarak tüm sakatat ailesiyle ilgili fikrini değiştirmeye başlayacaktır mutlaka!<br /><br />Ciğerci Hulusi’nin Mühürdar’daki şubesi uzunca bir zamandır burada. Gayet de bilinir bir yer. İçerisi boş olunca, kimler gelir kimler gider, pek gözlemleme şansım olmadıysa da, havalı motosikletini kapının önüne bırakıp hızla içeriye dalan uzun şortlu, sportif bir genç arkadaşın iftara 6-8 kişilik yer ayırtması dikkatimi çekti elbette. İftardan çıkınca toplu halde gece kulübüne mi gidecekler acaba, diye düşünmedim desem yalan olur. Postmodern zamanlar işte…<br /><br />Dürümümü bitirdikten sonra, acelem de olduğu için hesabı direkt kasaya ödemek amacıyla zengin kalkışı yaptım, ama kasadaki arkadaş 8,5 lira hesap çıkarınca zengin olmadığımı hatırladım! Altıyol’daki şubede aynı yemeğe 7 lira vermem gerekmiyor muydu? Zam mı geldi acaba? Herhalde hem dürümün hem de şalgam suyunun fiyatında biraz “düzeltme” yapmışlar. Yok, yok, öyle cepte akrep taşıyor havalarına girmeye gerek yok, Ciğerci Hulusi’de yenen ciğere değecek bir miktar bu. Fazla vaktim olmadığından fiyatların ayrıntılarını öğrenemedim, bir ara yine yolum denk düştüğünde buraya not düşerim.<br /><br />Ciğerci Hulusi’nin bulunduğu sokağın ismi için zor dedik, ama tarif etmedik: Eski Kadıköy Postanesi’nin (aslında şu anda hizmet vereni de nihayetinde aynı sokak üstünde ya) bulunduğu sokaktan düz ilerleyin, sokak bitince sola dönün, biraz yürüyün, göreceksiniz. Veyahut da, eski İSKİ’den sahile doğru inen sokağa girin, ileride sağda, Ciğerci Hulusi tabelasını görünce çekinmeyin, girin içeri.<br /><br />Unutmadan, Ciğerci Hulusi’nin bu şubesinde tantuni yok. Tantuni, Altıyol’daki şubeye has.<br /></span>Osman Yücel Demirsoyhttp://www.blogger.com/profile/02416666748544892633noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-651673791205531716.post-21645841143482080602009-08-10T19:20:00.023+03:002010-07-12T20:14:03.322+03:00Moda yolunda<div style="text-align: center;"><iframe allowfullscreen='allowfullscreen' webkitallowfullscreen='webkitallowfullscreen' mozallowfullscreen='mozallowfullscreen' width='300' height='50' src='https://www.blogger.com/video.g?token=AD6v5dzA-5KWfEwrjftTGULg7UPOq3R0cnbc4SmQZUh3kHl3w7IMdoBYsOii2u5Qj4XA-NQXRkEnKIpxblBMyu84ng' class='b-hbp-video b-uploaded' frameborder='0'></iframe><br /></div><br /><div style="text-align: center;"><br /></div><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgvW0G2AtOvZT4jqEUvL1F0W5CYFTpuwT4GJonAC7hZoH2XcaCSy1qst7E1gD0NYC32UcxRk6auNAUspPpB8cGT7s-u6A1l5SQoHA7fQNew7jMAZMBdHFrTEmAxuYNF6PSxyD33zyTXcD4/s1600-h/osmanyucel.jpg"><img style="margin: 0pt 10px 10px 0pt; float: left; cursor: pointer; width: 95px; height: 137px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgvW0G2AtOvZT4jqEUvL1F0W5CYFTpuwT4GJonAC7hZoH2XcaCSy1qst7E1gD0NYC32UcxRk6auNAUspPpB8cGT7s-u6A1l5SQoHA7fQNew7jMAZMBdHFrTEmAxuYNF6PSxyD33zyTXcD4/s200/osmanyucel.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5368371031428349442" border="0" /></a><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" ><span style="color: rgb(102, 51, 51);font-size:85%;" ><span style="font-style: italic;">(Bu yazı Ajda Pekkan'dan Moda Yolu eşliğinde iyi gider mi? Gider. Belki tek eksik, aşağıdakinin, bu hoş şarkıya eşlik edecek kadar güzel bir yazı olmaması olabilir! Okumaya başlamadan önce play'e basmayı ihmal etmeyin.)</span><br /></span><br />“Nerede yiyelim” sorusunun tek cevabı birilerinin işlettiği mekanlar olmak zorunda değil elbette. Hatta yaz aylarında, Kadıköy’de eviniz dışında bir yerde vakit geçirip bir şeyler atıştırmak istiyorsanız, denize nazır oturup keyfini çıkarabileceğiniz yerler hiç de az değil. Ve hepimiz de biliriz ki Moda böyle yerler listesinde bir hayli üst sıralarda yer alır. Moda, tarih boyunca karşı kıyıda yerleşmiş olanların buraya yönelik “körler şehri” manipülasyonunu baştan aşağı bozan yerlerden biridir!<br /><br />Neyse, bu tarihî hesaplaşmayı bir kenara (tarihçilere!) bırakalım şimdilik, konumuzdan sapmadan devam edelim: Güzel bir yaz akşamında Moda’da oturmak gibisi yoksa, biraz daha erken gidip yanınızda taşıyacağınız bir sandviç, dürüm benzeri bir yiyecekle akşam yemeği yemek fikri de hiç fena değildir. Moda’nın tepesinde ister Fenerbahçe tarafını ister karşı yakayı kendinize manzara yaparak karnınızı doyurmak güzel olur.<br /><br />Evde yiyecek bir şeyler hazırlama ihtimalinizi şimdilik bir kenara bırakalım; fakat Moda’nın (eğer aşağıdaki park kısmına inmezseniz) tası tabağı ortaya serip piknik atmosferi yaratamayacağınız bir yer olduğunu da, belki gereksiz olacak ama, yazalım buraya. En garantilisi sandviçtir, dürümdür o yüzden. Geriye kalıyor bir yerlerden yiyecek bir şeyler almak. Ona bakalım:<br /><br /></span><div style="text-align: center;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgfPlyfZN4ompTUNzgFhfavAALyDE6HpkZDPnvFP_BwnCKXKGZh4viJY5EeBc4GZkiKMzQfHA2q4zME8keQMX-B3MznK52KPUQ8dIUE4Ez2GL6Q25wHSsqNT1IdfoKaETIW47Zcq0y_gyw/s1600-h/moda1.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 298px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgfPlyfZN4ompTUNzgFhfavAALyDE6HpkZDPnvFP_BwnCKXKGZh4viJY5EeBc4GZkiKMzQfHA2q4zME8keQMX-B3MznK52KPUQ8dIUE4Ez2GL6Q25wHSsqNT1IdfoKaETIW47Zcq0y_gyw/s400/moda1.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5368371241517578274" border="0" /></a><span style="color: rgb(102, 51, 51); font-style: italic;font-family:georgia;font-size:85%;" >Moda'yı Kadıköy'ün dört yanından bilumum insanın çeşit çeşit sohbeti dolduruyor. Bir de, yakınlarda şöyle cebimize uygun bir yerler olsa da bir şeyler de yiyebilsek şu güzel manzarada...</span><br /></div><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" ><br />Aslında “Moda” Kadıköy ilçesinin merkezini ele aldığımızda sahile yakın bölgenin bir hayli büyük bir kısmını kaplayan yerin ismiyse de, hepimiz o her daim gidip oturduğumuz yere Moda deriz. Ve işte o Moda’ya doğru yaklaştıkça, sadece lokantalarda değil, bakkalda, tekelde bile fiyatlar yükselmeye başlar. Moda’ya giderken en çok kullanılan yol olan Moda Caddesi üzerinden yürüdüğünüzde, hedefe yaklaşırken göreceğiniz marketlerde fiyatlar yüksektir, meşhur dondurmacı Ali Usta’nın çevresindeki tekellerde mesela biranın fiyatı en azından 10-20 kuruş oynar, o taraflardaki yiyecek-içecek mekanlarını saymıyorum bile.<br /><br />E, “Moda’da oturuyorsan paran vardır” diye düşünüyorlar tabii, onu Moda’da evi olanlar dert etsin, ama bu, “Moda’ya gidiyorsan paran OLACAK” anlamına da geldiği için züğürt kısmının sinirini bozacak bir durum.<br /><br />“Oralarda bir şeyler alır, yanına da kola/meyve suyu/bira açar, mis gibi yeriz” diye düşünenler için maalesef Moda’ya en yakın hesaplı yerler Caferağa civarları, belki biraz daha ilerisi. Gerçi buralara “yakın” demek hiç doğru olmuyor, çünkü paket yaptırdığınız yiyeceğinizin Moda yolunda soğumasına yetecek kadar uzak! Biz yine de yılmayalım, bir yerler bulmaya çalışalım:<br /><br /></span><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhiHhaZEK6R-uwNC7nrJB3uoOmFCXPdxbglCf3jzUC4kKiyz98kVPVXnp3poeyLl-NsAybmPEO1SNI1fMu-N3MS76GLNRLVVhQGAIzNd-KMhzSeA-5n8IHF9KGMTIR5XL2gtq9e2aO9f9M/s1600-h/tek_bufe.jpg"><img style="margin: 0pt 0pt 10px 10px; float: right; cursor: pointer; width: 300px; height: 210px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhiHhaZEK6R-uwNC7nrJB3uoOmFCXPdxbglCf3jzUC4kKiyz98kVPVXnp3poeyLl-NsAybmPEO1SNI1fMu-N3MS76GLNRLVVhQGAIzNd-KMhzSeA-5n8IHF9KGMTIR5XL2gtq9e2aO9f9M/s320/tek_bufe.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5369130665678409954" border="0" /></a><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" >Moda Caddesi üzerinde yiyecek bir şeyler alabileceğiniz en hesaplı yer Tek Büfe. Tek Büfe’nin yerini tarife, bilmem, gerek var mı zira sabaha kadar açık olmasından kaynaklı olarak o kadar meşhur bir yerdir ki, o civar tarif edilirken “Tek Büfe’nin orası” tabiri kullanılır! Moda Caddesi üzerinde, adeta yolun ortasına tek başına dikilmiş büfeden bilumum sandviç, tost, yarım ekmek ve saireyi edinebilirsiniz.<br /><br /></span><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" >Tek Büfe ayrıca yazılması gereken bir yer aslında, ama hemen burada bir özetini geçelim: Tek Büfe’nin sosislisi, tostu, döneri ve diğer yiyecekleri mekanın bunca ünlü olmasının nedeni değildir, yiyecekleri o kadar da güzel değil çünkü. Ancak yirmi dört saat açık olup da gecenin herhangi bir vaktinde bile aç karnınızı doyurabilecek olmanız, Tek Büfe’yi eşsiz kılan özelliklerden biri. Örneğin gecenin 4’ünde zil çalan karnınızın sesini kesebiliyor olmanız dolayısıyla, yiyeceklerin bir şeye benzeyip benzemediğini pek umursamayabilirsiniz. Halbuki açlığı hemen bastıran ağır yağlı malzemeleriyle Tek Büfe biraz da “sarhoştur, ne yese anlamaz” yeridir. (Tek Büfe’nin Kadıköy’de dört şubesi daha var: Biri Serasker Caddesi üzerinde, Bahariye’den girdiğinizde hemen solda; diğer ikisi Halitağa Caddesi üzerinde, bunlardan biri caddenin tam ortasında, diğeri de rıhtıma inen caddeye çıkmak üzereyken Halitağa'nın sonlarında; sonuncusu da Sakızgülü Sokak'ta, ki Rexx Sineması'nın önünden geçen sokaktır. Buralar da geç saatlere kadar açık olsa da, sabaha kadar açık değiller, gündüz vakti bir şeyler atıştırdığınızda önce dolan midenizin size daha sonra hafiften ızdırap vermeye başladığını fark edebilirsiniz.) Orada bol bol gençten çakırkeyif insan görürsünüz zaten, haddinden fazla yağlı sandviçlerle, kelimenin tam anlamıyla, tıkınırlar. Tabirim belki biraz ağır oldu, ama o saatte sahiden başka bir şey yapamayacak oldukları için o kadar da suçlu değiller! Tek Büfe’de sosisli sandviç 1,5 lira, yarım ekmek kaşarlı tost 2,5 lira, yarım ekmek karışık tost 3,5 lira, yarım tavuk döner (geç saatte bulamazsınız) 1,75 lira. Arnavut ciğeri, kavurma gibi yiyebileceğiniz daha pek çok şey var. En yüksek fiyatın 4 lira olduğunu belirteyim, gayet hesaplı olduğunu zaten çıkarırsınız.<br /><br /></span><div style="text-align: center;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi64jDt8KaMaKFkgg975Hla9a-ixWROcDOnH1oxJh2_caRUB0GuyYynZ4mPO1oXb2feVtnLEYd7lm7dY_8jPD0dHW3LrV6n7HLhO1_KW1tDOOVToTay0YFxDEYubC-ERFalSK4VesWnahY/s1600-h/moda2.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 298px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi64jDt8KaMaKFkgg975Hla9a-ixWROcDOnH1oxJh2_caRUB0GuyYynZ4mPO1oXb2feVtnLEYd7lm7dY_8jPD0dHW3LrV6n7HLhO1_KW1tDOOVToTay0YFxDEYubC-ERFalSK4VesWnahY/s400/moda2.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5368371468944605490" border="0" /></a><span style="color: rgb(102, 51, 51);font-family:georgia;font-size:85%;" ><span style="font-style: italic;">Fenerbahçe'ye doğru manzaranın arasına giren birayı ben içiyorum tabii ki! Fotoğrafı da aynı esnada çektiğim için fazlasıyla titrek bir kare olmuş. Çift görmek bu olsa gerek!</span></span><br /></div><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" ><br />Tek Büfe’den almadık, yürümeye devam ettik diyelim. Biraz ileride sağ kolda Beyaz Dürüm var. Dürümleri 5 lirayla 8,5 lira arasında değişiyor. Güzelleri 8,5 lira tabii! Pahalı. Geçiyoruz. Beyaz Dürüm’ün karşı çaprazına Sosa isimli bir yer açılmış. Yeni sanırım, bir gün denemeli. Şimdilik yazmış olayım, yemeği nasıldır, bilemiyorum. Ama gördüğüm kadarıyla fiyatları Moda’nın pahalı bölgesini adımladığınızın bir başka göstergesi.<br /><br /></span><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjvpxgaFZWsYtx5rpmE5zdOzuRzTOkwAH1lcMYeYdBbrOy8a-Hk3fCC5wOk5zJcVlXPv0WfCaoykSYbTUPSVcoquZYqVSTJzvwEshbm9EeVC-4MbEze-MUkJi9ExSZR40PNIc4-A9uSAO0/s1600/korkmaz1.jpg"><img style="float: left; margin: 0pt 10px 10px 0pt; cursor: pointer; width: 351px; height: 261px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjvpxgaFZWsYtx5rpmE5zdOzuRzTOkwAH1lcMYeYdBbrOy8a-Hk3fCC5wOk5zJcVlXPv0WfCaoykSYbTUPSVcoquZYqVSTJzvwEshbm9EeVC-4MbEze-MUkJi9ExSZR40PNIc4-A9uSAO0/s400/korkmaz1.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5493068896817689202" border="0" /></a><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" >Yürüdük ve meslek lisesine gelmeden hemen önce, sağdaki Korkmaz Büfe’ye geldik. Ah be, keşke biraz daha geç saate kadar açık olsa! Korkmaz Büfe, akşam saatlerinde kapanan, ama dönerini yemeyi arayacağınız bir yer. İki-üç masanın sığdığı küçük dükkanda, her zaman çıtır çıtır taze ekmeğin arasına yerleştirilen güzel döneri beğeneceğinize eminim. Bir kere, vitrinine “yaprak döner” yazıp da “ağaç kabuğu döner” (doğru bir tabir oldu sanırım) veren yerlerden değil. Dönerinin eti taze ve güzeldir, iyi pişer, tazecik ekmeğinin kıtırlarını ağzınızda kıtırdata kıtırdata yersiniz. Maalesef Korkmaz Büfe’nin sosisli ve köfte gibi diğer yiyecekleri öyle güzel değil; köftesi sacın üstüne attıktan sonra küçülenlerden! Yarım ekmek döneri ve köftesi 4 lira, dürüm döneri 6 TL, porsiyonu 8 TL. Tostunun fiyatı da 1,5 lira. Kötü kader, biz akşam yürümekteyiz, o nedenle “Bir ara gelip şurada yine bir döner yiyeyim” diye iç geçirip yola devam etmek zorundayız.<br /><br />Eliniz hâlâ boş. Moda’ya yaklaştıkça yolun sağlı sollu kaldırımlarındaki ışıklar artıyor, lokantalar yaklaşıyor. Buralara değil girmek, önünden geçerken bile endişe içindesiniz, çünkü çok pahalılar. Siz o müşteri yelpazesi içinde değilsiniz maalesef (yani “halk”tan fırsat bulabilen “vatandaş”lar rahat rahat yiyebiliyor!), neyse canım, zaten oturmayacaktınız; arzunuz, paket yaptırıp bir an önce manzaraya dalmak!<br /><br />Artık çay bahçeleriyle çevrelenmiş bölgeye vardınız. (Bunlar, küçük çayı –ki onun adı aslında “ince belli”dir, küçük falan da değildir, çaydır, ama ne yaparsınız işte– tam 1,5 liradan satan, çay keyfinize tuz biber eken yerler.) Tek ampulle aydınlatmaya çalıştıkları loş tezgahlarında gümüş ve aksesuar satmaya çalışanları geçince, Adem Baba isimli büfeye varıyorsunuz. İşte Moda’ya “yakışacak” pahalılıkta bir büfe. Sosisli 2 TL, tost 2,5 TL, hamburger 3 TL, köfte ekmek ve et döner (yarım ekmek) 5 TL, tavuk döner ise 3,5 TL. Fiyatları Kadıköy’ün herhangi başka bir yerindeki büfelerle kıyaslayın… Doğru, buradan yenmez. Hakkını yemeyelim, belki de çok güzel yapıyorlardır, ben sadece fiyatlar açısından söylüyorum.<br /><br /></span><div style="text-align: center;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEihO1lF5nur1MkeQjDbT-o4dLwRXRy8d5Gwf3lUgWLAOVHtDTqDCPPCli3JxNOsR3iFNVD2oE_W9AFkY8memDvbIMmaYNYHWlHJVBJWBMd_AXstoDTcTT3Gtu8q0amLdDhPmx71cd9i0n0/s1600-h/moda3.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 298px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEihO1lF5nur1MkeQjDbT-o4dLwRXRy8d5Gwf3lUgWLAOVHtDTqDCPPCli3JxNOsR3iFNVD2oE_W9AFkY8memDvbIMmaYNYHWlHJVBJWBMd_AXstoDTcTT3Gtu8q0amLdDhPmx71cd9i0n0/s400/moda3.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5368371660540900082" border="0" /></a><span style="color: rgb(102, 51, 51);font-family:georgia;font-size:85%;" ><span style="font-style: italic;">Bu da manzaranın "birasız" olanı... Aslında daha önemlisi "Moda Deniz Kulübü" denen o Moda katili yerin en berbat kısmı görünmeden olanı!..</span></span><br /></div><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" ><br />Sanırım, fazla paramız olmadığı için aç kaldık! Moda civarında manzaraya karşı bir şeyler atıştırmak sahiden bu kadar mı zor olur?! Demek ki bu yönden bakınca, güzel Moda “hak etmeyen/parası olmayan yemesin”cilerin Moda’sıymış da aynı zamanda. Neyse, yine de bir-iki birayla sıcak akşamı serinletmek isterseniz, aklınızda olsun, birayı Moda’ya girerken ilk rastlayacağınız yerlerden almayın. Biraz önce de belirttiğim gibi, 10-20 kuruş takıyorlar (fiyatı </span><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" >“</span><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" >yukarı yuvarlıyorlar</span><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" >”</span><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" >) mutlaka. Ya Moda sahilinin ara sokaklarındaki tekellerden ya da Moda’ya iskele tarafından girip de yürümeye devam ettiğinizde karşınıza çıkacak marketten alın; buralarda normal fiyata satıyorlar. İskele tarafından alırsanız, Koço’ya bir selam çakıp geçin, “param olduğu bir gün gelip rakı içeyim” niyetini tutmayı da unutmayın!<br /><br />Manzaraya karşı bir banka veya taşa oturduk. Kadıköy’ün dört bir yanından, hatta dışarıdan da güzel havanın ve manzaranın tadını çıkarmaya gelmiş bilumum insan arasında çeşit çeşit sohbet dönüyor. Ne güzel. Sadece, Moda’ya “çıkartma yapan” otomobillerden gelen dıptıslı-volümlü müzik ile “Moda zaten benim” diyen kolları uzun, kökleri “derin”, ensesi kalın zerzevatın üssü Moda Deniz Kulübü’nden yükselen beyin süngerleştirici gürültü (ve de havuz başındaki gereksiz ışık) keyfinizi kaçırabilir. Ha, bir de günlük kotasını doldurmaya çalışan GBT’cilerin her an yanınızda bitme ihtimali...<br /><br />Onun dışında Moda akşamı her zaman güzeldir. Bir de cebe uygun yiyecek bir şeyler bulabileceğimiz bir yerler olsa. Ve tabii, bir de Moda’yı üs bellemiş şu “derin” kalantorlar olmasa. Gerçi onlar olmasa, sırf Moda değil, her yer çok daha güzel olurdu. Hayat da.</span>Osman Yücel Demirsoyhttp://www.blogger.com/profile/02416666748544892633noreply@blogger.com8tag:blogger.com,1999:blog-651673791205531716.post-64331087358089203192009-07-31T20:59:00.005+03:002009-09-18T18:44:22.252+03:00Zurnanın zırt dediği yer<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjUDbZk2NfYcXbOLPEESR-CvOZlIc9J__GW6NFXrJYLHP7_WQBk7FHGGQt9sCCPMWH9ccyi4t-Hh683GjqcyGhICYaC-_3rWJ5G8YEUmFEFkKdLQiR2-cx9TTdN-Px1MISYcAhbMV-bCdKv/s1600-h/onur2.jpg"><img style="margin: 0pt 10px 10px 0pt; float: left; cursor: pointer; width: 95px; height: 137px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjUDbZk2NfYcXbOLPEESR-CvOZlIc9J__GW6NFXrJYLHP7_WQBk7FHGGQt9sCCPMWH9ccyi4t-Hh683GjqcyGhICYaC-_3rWJ5G8YEUmFEFkKdLQiR2-cx9TTdN-Px1MISYcAhbMV-bCdKv/s200/onur2.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5364686145426091698" border="0" /></a><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" ><span style="color: rgb(102, 51, 0); font-weight: bold; font-style: italic;">HUYSUZ GURME YAZILARI - 2<br /><br /></span></span><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" >Zurna kebap ve bu icadı çıkartan Erdal Usta’yı huysuzca eleştirmeye başlamadan önce doyuruculuk konusunda <a href="http://kadikoygurme.blogspot.com/2009/07/zurnann-son-deligi-muamelesi-yapmayn.html">Tuncay’ın ne kadar haklı olduğunu</a> göstermek ve “ne kadar uzun olabilir ki?” sorusunun yerini hakikaten zurna gibiymiş düşüncesine bırakmasını sağlamak için zurna kebabın hazır olduktan sonraki fotoğrafını göstermekte yarar var diye düşündüm.<br /><br /></span><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj8PyfpsvXrLaD5N-LHYENjjpRZsVVmmpRUzIXr6MGBjGh1cUBNFVxzyAujZXBzlAMrVvn_A5EPBlfkXt34zpBzfieXSyzmHC9kObzFQq44-QxhtU4zoYQlDUyJmEo4BCvHmD75JOBobHCB/s1600-h/zurna11.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 300px; height: 224px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj8PyfpsvXrLaD5N-LHYENjjpRZsVVmmpRUzIXr6MGBjGh1cUBNFVxzyAujZXBzlAMrVvn_A5EPBlfkXt34zpBzfieXSyzmHC9kObzFQq44-QxhtU4zoYQlDUyJmEo4BCvHmD75JOBobHCB/s400/zurna11.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5364686244819908658" border="0" /></a><br /><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" >Bir buçuk-iki sene önce İskenderunlu bir arkadaşımla birlikte gittim Erdal Usta’ya. İstanbul’da çok meşhur olmasa da İskenderunlular arasında bilindik bir yermiş Erdal Usta. Çocuğunun üniversiteyi kazanmasıyla birlikte İstanbul’a gelmiş. İskenderunluların Facebook’ta “En güzel kebap İskenderun kebabıdır” iddialarını kanıtlama çabalarının (bu iddiaya katıldığımı söyleyemem) sonucu olarak fotoğraflarını internete koymalarıyla da işleri açılmaya başlamış, işler açılır açılmaz dükkan sahibi Erdal Usta’yı yerinden edip kendisi açmış. Yan dükkanı kiralamakta bulmuş Erdal Usta çözümü. Biz zurnamızı yerken zurna türküsünü söylüyordu bize Erdal Usta ilk gittiğimde. Dürümün devasalığına ya da (Erdal Usta’nın sempatik tavırları öne çıkınca) tadına pek dikkat etmemiştim. <a href="http://kadikoygurme.blogspot.com/2009/07/zurnann-son-deligi-muamelesi-yapmayn.html">Tuncay’ın yazısı</a>nı okuduktan sonra uzun süredir gitmediğim aklıma geldi ve neden gitmediğimi düşünmeye başladım. Bugün tekrar gidince, gitmeme sebeplerim aklıma gelmekle kalmadı, o eski sıcak havasının biraz bozulduğunu hissedip üzüldüm.<br /><br />Eti pek lezzetli değil Erdal Usta’nın. Bütün lezzetini sosları sayesinde alıyor, diyebiliriz, zurna kebap için. E, haliyle yazın da bu soslar lezzetten çok midede hazımsızlık hissi yaratıyor. Ayrıca eğer et döner isterseniz çok eser miktarda etle karşılaşıyorsunuz. Bunların hepsinden vazgeçsem bile, Erdal Usta’nın henüz bahçe yokken küçücük dükkanda döner keserken mırıldandığı “Zurnalıyım, çalarım, hem çalar hem söylerim” ezgilerini duyamamak son nokta oldu benim için. Az parayla karın doyurmak konusunda çok iyi olsa da, her zaman yenebilecek lezzetli yemek sınıfına sokamayız zurna kebabı meşhur Hasköy Büfe’yi.<br /></span>Onur Şenoğluhttp://www.blogger.com/profile/03946035106249884015noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-651673791205531716.post-73808867891169203402009-07-31T20:16:00.005+03:002009-07-31T20:51:10.000+03:00Acil köfte ihtiyacına 'ekspres' çözüm<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgzTG-Ikgqfp7pCYJc_JRO3R7WYXWJn9pKEl-XDsIcH1RaRjVHaHaT7IisTsueKIK0erWL_CmQXm-aSAdJxXDpnKn1p72-4FxMkUERQu-H-ys1Rg9gfCRf0aBMknlAL6QJ-qD6Lg4eNldwK/s1600-h/onur2.jpg"><img style="margin: 0pt 10px 10px 0pt; float: left; cursor: pointer; width: 95px; height: 137px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgzTG-Ikgqfp7pCYJc_JRO3R7WYXWJn9pKEl-XDsIcH1RaRjVHaHaT7IisTsueKIK0erWL_CmQXm-aSAdJxXDpnKn1p72-4FxMkUERQu-H-ys1Rg9gfCRf0aBMknlAL6QJ-qD6Lg4eNldwK/s200/onur2.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5364674724623910066" border="0" /></a><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" >Kadıköy’de, acıkınca ‘ne yesem’ diye düşünüp tam emin olamadığım zamanlarda en sevdiğim yerdir eski postaneyle kilise meydanı arasında kalan Muvakkithane Caddesi. Neden mi? Tuncay’ın daha önce gurmelediği Kadıköy’ün en güzel kumpircisi Allpato ve köfte istediğimde hiç düşünmeden gittiğim ilk yer olan Ekspres İnegöl Köfte burada yan yanadırlar.<br /><br />Ekspres İnegöl köftecisi ilk görünüşte isminden kaynaklı baştan savma fast-food misali köfte yapıyor gibi bir izlenim veriyor olsa da köfteyi bir kere tattıktan sonra ismindeki “ekspres” sözcüğünün köfteyi beklerkenki o en zor dakikaları minimuma indirmelerinden kaynaklandığını anlıyorsunuz. Öyle ki bana her zaman en uzun gibi gelen dakikalar, acıkmış bir şekilde önceden denediğim ve tadını beğendiğim bir yemeğin masaya gelmesini beklerken geçen o dayanması zor süre zarfıdır. (Bir de biz esnaflar için dükkandaki son 30 dakika hiç geçmez!) Kadıköy’de çalışanların çoğunun işyerlerinden ancak kısa süre için çıkabiliyor olmaları nedeniyle, hızlı köfte yapma meziyeti, özellikle öğlen saatlerinde, etraf çalışanları tarafından doldurulmasına neden oluyor Ekspres İnegöl Köfte’nin.<br /><br /></span><div style="text-align: center;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjaqkxxZLY11TxD110qqrZbFJcEvfKEMc9jZ8can09dYmm6AnMbjWpZIyMkvgN1KgDBR9qzXzXCGeoUBD2cKbBf4hEwuVbkt3JXQN6JJO-YtfY2pr9WBYO2tAEfc9Yde4Q92tE2KIA3OStw/s1600-h/ekspres_inegol1.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 335px; height: 400px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjaqkxxZLY11TxD110qqrZbFJcEvfKEMc9jZ8can09dYmm6AnMbjWpZIyMkvgN1KgDBR9qzXzXCGeoUBD2cKbBf4hEwuVbkt3JXQN6JJO-YtfY2pr9WBYO2tAEfc9Yde4Q92tE2KIA3OStw/s400/ekspres_inegol1.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5364682362819056930" border="0" /></a><span style="color: rgb(102, 51, 51);font-family:georgia;font-size:100%;" ><span style="font-style: italic;font-size:85%;" >İsmindeki 'ekpres' köftelerin sahiden çok hızlı bir şekilde önünüze gelmesinden dolayı isabetli bir seçm olmuş.</span></span><br /></div><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" ><br />On tane küçük İnegöl köfte, yanında patates kızartması ve bir-iki yeşil biber ile servis ediliyor. Köftelerin tadı muazzam. Sizlere tavsiyem domates ve biber ezmesi karışımından oluşan acı sos istemeniz, yediğim soslar arasında köfteye en çok yakışanı. İnegöl köfte haricinde, kaşarlı köftesi de leziz. Piyazını ve salatasını çok beğenmedim daha doğrusu gerek duymadım, zaten acı sos ve bolca patates yeterli oluyor, ama piyaz ya da salata çok seviyorsanız kendi tercihiniz.<br /><br /></span><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiQY21cc0KwhjrCi04inFSKTAv-Rg2QpnI6jrW4RiPeZu7gDe8keDnFcPqdJjzAOy2g8EuWXW8oARS8pQbKM8JSdFD1y5VYpzHLflquU-zyRk12vFr1LKQllozUAqpl_nWNMrrCFiS_I7O5/s1600-h/ekspres_inegol2.jpg"><img style="margin: 0pt 0pt 10px 10px; float: right; cursor: pointer; width: 300px; height: 245px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiQY21cc0KwhjrCi04inFSKTAv-Rg2QpnI6jrW4RiPeZu7gDe8keDnFcPqdJjzAOy2g8EuWXW8oARS8pQbKM8JSdFD1y5VYpzHLflquU-zyRk12vFr1LKQllozUAqpl_nWNMrrCFiS_I7O5/s320/ekspres_inegol2.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5364683010433564738" border="0" /></a><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" >Fiyatlara gelirsek biraz normalin üstünde diyebiliriz. Köfte 7 lira, fakat acı sosa ekmek banarak yediğiniz takdirde yarım porsiyon köfteyle bile doyabiliyorsunuz. Üstelik bazı kurnaz lokantalardaki gibi yarım porsiyon normal porsiyonun yarısından daha pahalı değil: 3,5 lira. (Evet, çeşitli yerlerde, örneğin pilav 1,5 TL ise yarım porsiyonunu 1 liraya veren kurnazla rastlıyorsunuz.)<br /><br /></span><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" >Piyaz 3,5 lira; salatalar, yoğurt, sütlü tel kadayıf ve kabak tatlısı 3 TL; Kemalpaşa 2,5 TL; ayran 1,5, kutu kola da 2,5 lira. Kemalpaşayı tavsiye ederim, ama sütlü tel kadayıf için aynısını söyleyemem. Sütlü tatlılar bakımından Kadıköy’de birçok seçenek olduğu için (Saray, Murat Muhallebicileri vs.) fena olmamasına rağmen tekrar gelsem yine yerim hissi uyandırmadı sütlü kadayıf.<br /><br />Sonuç olarak Kadıköy’de canınız köfte istediğinde cebinizdeki paraya göre, yarım porsiyon köfte, bol sos ve ekmek ya da normal porsiyon köfte az ekmek seçeneklerinden birini seçip Ekspres İnegöl Köftecisine uğramalısınız. Son anda köfteden vazgeçerseniz hemen yandaki dükkanda kumpirler sizi bekliyor olacak.<br /></span>Onur Şenoğluhttp://www.blogger.com/profile/03946035106249884015noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-651673791205531716.post-68519145254738453442009-07-19T13:55:00.011+03:002009-07-19T14:36:44.357+03:00Zurnanın son deliği muamelesi yapmayın, tadına bakın: Hasköy Büfe’nin Zurna Dürümü<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgYTr-4XnZHtHRA45rtT8wXFqUGyl_nLGmVc13ya8N_5UupE9cPxwxDEqL4oxLBFP35Tzxy_dK0oR-A5Pw6NWej3fpkFg027YIpnIvst7fsphy9TT22zbwb8cbrYfBax4-31JTV5yKn1FFx/s1600-h/tuncay.jpg"><img style="margin: 0pt 10px 10px 0pt; float: left; cursor: pointer; width: 95px; height: 127px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgYTr-4XnZHtHRA45rtT8wXFqUGyl_nLGmVc13ya8N_5UupE9cPxwxDEqL4oxLBFP35Tzxy_dK0oR-A5Pw6NWej3fpkFg027YIpnIvst7fsphy9TT22zbwb8cbrYfBax4-31JTV5yKn1FFx/s200/tuncay.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5360123452291092066" border="0" /></a><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" >Yemek konusunda yeni fikirler, yaratıcı ustalar gördüğümde iştahım daha bir kabarır. Kendi tarzını oturtmak, zaten bilinen yiyeceğe abartısız bir yorum katabilmek, ayrı bir yetenek ve özveri ister. Bu yüzden çoğu kişinin duymadığını ve tatmadığını tahmin ettiğim “Meşhur Zurna Dürüm”ün mucidi, İskenderun Hasköy Büfe’yi duymanızı, bilmenizi isterim. Boğa’dan Çilek Sokak’a girdiğinizde soldaki 2. sokakta, sol sırada ikamet ediyor. Aslında dedikleri gibi “Meşhur” değil bu Zurna Dürüm. Müdavimleri ve çevre esnafı dışında pek bilindiğini zannetmiyorum. Bunda mekanın bulunduğu yerin çok büyük ve işlek bir sokak olmamasının da payı var. Kendini tanıtmasında en etkili yolları ister istemez “şikayeti müesseseye, memnuniyeti dostlara” klasiği. Gördüğüm kalabalıktan da oldukça etkilendim, bu durum dürümümün geç kalmasına sebep olmasaydı daha iyi olurdu tabii.<br /><br /></span><div style="text-align: center;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg0EU3BV2-FDt2oDIUK57jgWl_8BDdYu8nvYiHWJwhCyyRqifUdlInEyxzqOUJivr_fQliZRui6Tqrqqz7b7886zi646yRlUNbYHtaRXsKwF9oll1CaLSSOCDb9B951ydgVmhl5xJzN5kq_/s1600-h/zurna_durum1.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 298px; height: 400px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg0EU3BV2-FDt2oDIUK57jgWl_8BDdYu8nvYiHWJwhCyyRqifUdlInEyxzqOUJivr_fQliZRui6Tqrqqz7b7886zi646yRlUNbYHtaRXsKwF9oll1CaLSSOCDb9B951ydgVmhl5xJzN5kq_/s400/zurna_durum1.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5360130891295354482" border="0" /></a><span style=";font-family:georgia;font-size:85%;" ><span style="font-style: italic; color: rgb(102, 51, 51);">Mekan tam büfelik bir küçüklüğe sahip, ama arka tarafa Kadıköy'deki cafe'lerde sık görülen ve "bahçe" denen avlulardan açmışlar. Yaz sıcağında iyi gidebilir.</span></span><br /></div><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" ><br />Hasköy Büfe’nin sahibi ve ustası olan Erdal Usta eldivenlerini, önlüğünü ve kafasından bonesini eksik etmiyor. Önceleri pek büyük bir mekan sayılmazdı burası ama sonrasında arkada zorlama bir bahçe uydurarak genişletmişler. Hapishane avlusu hissi yaratsa da içerideki sıcağa bir çözüm olarak takdir edilesi bir çaba. Kış aylarında nasıl bir işlevi olur onu bilemiyorum. Et döneri, kebap çeşitleri, çorbaları, salataları ve balığıyla gerçekten beklentinin çok üzerinde bir menüleri var. Porsiyon olarak; patlıcan kebabı, kuşbaşılı kuzu, tavuk şiş, balık, Urfa, Adana ve kuzunun fiyatı 7 lira. Böyle bir mekanda tercih kesinlikle bunlar olmamalı. Özellikle balığın bu menüde çok sırıttığını söylemeliyim. Derme çatma kurulmuş ocakbaşı pek iştah kabartmıyor açıkçası.<br /><br />Bu bölüme kadar bahsettiklerimi denemedim, denemeyi de düşünmüyorum. Gelelim asıl mevzuya; “Zurna!”. Uzunluğu normal dürümün 2-2,5 katı, lavaşı bildiğimiz ince lavaş değil, daha kalın ve lezzetli olan “ev lavaşı” (bildiğim ve kabul görmüş ismi), lavaşın iç kısmında envai çeşit baharatlı bir sos, içini dolduran tavuğun lezzet katsayısını arttıran ayrı bir sos, envai çeşit salata. Tam olarak içinde neler olduğunu seçmek güç. Ama bunca lezzetin karıştığını duyunca kafalarda oluşabilecek abartılı bir tat önyargısını, ilk yudumu mideye indirdiğinizde kıracağınıza eminim. Açık ayranları oldukça lezzetli ve fiyatı da 1 lira. Ayrıca isteğe bağlı olarak salatalık ve acı biber turşusu da ikram ediyorlar. Salatalık değil ama acı biber gerçekten yakışıyor, sevenlere tavsiye ederim. Dürümün sosu ve malzemesi öyle bol ki akmasın diye sadece kağıda sarmakla kalmıyorlar ayrıyetten güzel bir poşetin içine geçiriyorlar. Üstünüzdeki giysileri tekrar giyebilmek istiyorsanız dürümünüz bitene kadar sakın poşete dokunmayın. Tavuk dürüm olarak düşündüğümüzde 4 liralık fiyatı fazla gelebilir ama Zurna Dürüm gerek boyutu gerekse lezzetiyle fiyatının hakkını fazlasıyla veriyor. Ortalama mideye sahip bir kişi bitirmekte zorlanabilir. Doyma garantisini ise ben veriyorum. Bütün artılarına rağmen siparişinizin geç gelmesi biraz hevesinizi kırabiliyor.<br /><br /></span><div style="text-align: center;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhNUa5YSJ3QWNSfecgQcHfm5UdcxjLNgcfhlikb6bRiP4zTlzKPf0WAP5G7tPXMbwLw_eqHlB13l4BzpOclSBsWkSz9KvLtbr0SBHiWClaykxtIREysLdUaloFoCmGB_coD4cTHCUpcmBgW/s1600-h/zurna_durum2.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 298px; height: 400px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhNUa5YSJ3QWNSfecgQcHfm5UdcxjLNgcfhlikb6bRiP4zTlzKPf0WAP5G7tPXMbwLw_eqHlB13l4BzpOclSBsWkSz9KvLtbr0SBHiWClaykxtIREysLdUaloFoCmGB_coD4cTHCUpcmBgW/s400/zurna_durum2.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5360130968343420162" border="0" /></a><span style="font-size:85%;"><span style="font-style: italic; color: rgb(102, 51, 51);font-family:georgia;" >Her daim boneli Erdal Usta'nın hazırladığı Zurna Dürüm, alışık olduğumuz dürümlerin 2-2,5 katı büyüklüğünde ve kendine has bir sosu var.</span><br /></span></div><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" ><br />Menüdeki diğer fiyatlar ise; Adana, Urfa, kuzu ciğer, kuzu et şiş, çiğköfte dürüm 5 lira. Yarım tavuk döner 1,5, yarım et döner 2,5 lira. Çorbalar, salatalar ve kola, fanta, şalgam 2 lira, soda, su 50 kuruş. Kebaplarını, çorbalarını, balığını bilmem ama Zurna Dürüm yemek için İskenderun Hasköy Büfe’ye uğramalısınız.<br /></span>Tuncay Sezginhttp://www.blogger.com/profile/04620521637535260570noreply@blogger.com10tag:blogger.com,1999:blog-651673791205531716.post-32965288915786818182009-07-15T16:58:00.006+03:002009-07-15T17:07:41.075+03:00Bu makarna krizde de gitmiyor; bana bir bardak meyve suyu verin...<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjWokIPUwtjUkB7d8SBc1GzFfugoeTBi3p_Syvr5m_oRQRZSE2pyazV3UTT-lw4_UIqP9vLo3FDmK2Q3JsF9N_JFa_Pd65pASIfX_klmunxmsJgb6wPEZCmPSD9a4pyfP1qjonuwgdNbVw/s1600-h/inci.jpg"><img style="margin: 0pt 10px 10px 0pt; float: left; cursor: pointer; width: 95px; height: 116px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjWokIPUwtjUkB7d8SBc1GzFfugoeTBi3p_Syvr5m_oRQRZSE2pyazV3UTT-lw4_UIqP9vLo3FDmK2Q3JsF9N_JFa_Pd65pASIfX_klmunxmsJgb6wPEZCmPSD9a4pyfP1qjonuwgdNbVw/s200/inci.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5358686202180593954" border="0" /></a><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" >Eklektik mekanları pek sevememişimdir. Her şeyden bulunsun diye yola çıkıldığında, ilk başladığı işin üzerine yenileri eklenecekse hiç olmazsa iyi yapılsın derim ama bu tür yerlerde olmaz bu. “Akveren Şifahane” de az çok böyle bir yer oldu uzunca süredir. “Makarnacı” desem daha çabuk anlaşılır herhalde çünkü artık bu isimle tanınıyor. Hani şu rıhtımdan boğaya doğru çıkarken caddenin sağında, otobüs duraklarının arkasında kalan pembe bina… Genelde camına astığı iddialı cümlelerle kafamızda yer etti. (“Eczacılarımızdan ve doktorlarımızdan özür diliyoruz” yazısı unutulmazdır.) İtinayla çeşit çeşit meyvenin taze taze suyunu sıkar, önünden geçerken mis gibi portakal kokar, aklınızda yoksa bile bir bardak alıverirsiniz. Aslında tüm “vitamin büfeler”de bu böyle oluyor, insanları gözlemlerseniz hepsinin çok mutlu olduğunu görebilirsiniz; sanki çölde bir bardak su uzatmışsınız gibi. Hele yorgun, halsiz ve susamışsanız ilaç gibi gelir. Akveren’in de meyve suyu konusundaki özenli ve önem veren tutumu daha sonraki sapmalarını görmezden gelmemizi sağlayabilir. Ama ekonomik kriz zamanı cinlikleriyle, ucuzluğundan başka bir özelliği olmayan yiyeceklerini abartılı biçimde pazarlama stratejisi bu görmezden gelme şansımı ortadan kaldırıyor. Meyve güzellemelerinden başlayıp, kendisine “Makarnacı” demesinin yersizliğine uzanarak Sezar’ın hakkını Sezar’a veren bir Akveren yazısına buyurun…<br /><br /></span><div style="text-align: center;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjFCITFkvCpv1OA9q_rHENfivUh94bUUZYnwOmGjyuLEOXDDq83-Oxsjy58jXXxd8obBsR-eAGCWu3h4pARvDEGwmDy6tZDzNP-Gcrb9BMxbUdbRJFKJfYr_cYYTVfUpiZtjFDT5IWHyTw/s1600-h/akveren1.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 298px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjFCITFkvCpv1OA9q_rHENfivUh94bUUZYnwOmGjyuLEOXDDq83-Oxsjy58jXXxd8obBsR-eAGCWu3h4pARvDEGwmDy6tZDzNP-Gcrb9BMxbUdbRJFKJfYr_cYYTVfUpiZtjFDT5IWHyTw/s400/akveren1.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5358686292666731506" border="0" /></a><span style="color: rgb(102, 51, 51);font-family:georgia;font-size:85%;" ><span style="font-style: italic;">Mekanın yeri merkezi ve cadde üstü olduğundan önü her daim kalabalık. Buradan ayaküstü meyve suyu servisi sürüyor.</span><br /></span></div><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" ><br />Taze sıkılmış meyve suyu işinden öncesini tastamam hatırlayamamakla birlikte, şimdiki yerinde bir büfe işlettiklerini hatırlıyorum (yanılıyorsam düzeltin). Burası, “nar suyu mucizesi” haberlerinden sonra hızla çoğalan vitamin büfelerden birine dönüştü. Meyve suyu sıkma işini “inanarak” yaptıkları ortada, bu işe bu kadar kendini vermiş başka vitamin büfe görmedim. Bir kaynaktan öğrendiğime göre tüm bina onlarınmış, bu meyve suyu işinden iyi kazanmaya başlayınca üst katlara meyve yıkama ayıklama makineleri koymuşlar, imalathane olmuş. Yani her şey bu pembe binada olup bitiyormuş. Şimdi de minik kitapçıklar bastırıp masaların üzerine bırakmışlar, her meyveyi tanıtıp faydalarını, besin değerlerini vs. yazmışlar. Her yer meyve, meyve suyu ve de resimleriyle dolu. Toprağı sıksan vitamin fışkıracak Akveren’de, o derece… Böğürtlen de satıyorlar ki ben buna pek sevindim. Büyük böğürtlen tabağı 5 lira. Aslında İstanbul’un dağı taşı böğürtlendir, Boğaz’a nazır tepelik yerlere çıksanız her yer böğürtlen doludur, ama burada artık ne dağ ne taş ne çayır bulunabildiği için böğürtlen de böyle pek fazla yenemeyen bir meyveye dönüştü. Böğürtleni tropik meyve sananlar bile olduğuna eminim. Pek çok insan böğürtlen bitkisini tanımıyor artık.<br /><br />VİTAMİN NİYETİNE<br />Neyse, konuya dönelim... Bir dönem moda olan yiyecek-içecekler genelde faciadır; ya yemeğe yemek denmez, obeziteye davetiye çıkarır, yağlı, zevksiz, damak tadı düşmanıdır (misal patso ya da “çılgın”, “manyak” türevi isimleri olan absürd sandviçler) ya da o yemeğin iyisi yapılmaz aslında ama, herkes hapur hupur yer. Taze sıkılmış meyve suyu modası ise benim tek sevindiğim moda olmuştur aslında. Akveren’i de bu modayı takip edip takipçisi olmayı sürdürdüğü için kutluyorum. Burada meyve suyu fiyatları diğer yerlerden fazla farklı değil. Hem büyük cam bardakta hem de ufak plastik bardakta alabiliyorsunuz meyve suyunuzu, ikisi arasında fiyat farkı var. En iyisi de sizin seçtiğiniz meyvelerden kokteyl yaptırabilmeniz. Portakal, elma, greyfurt 2, havuç suyu 1,5 TL; muzlu ballı süt 2,5 lira. Bunun dışında farklı kokteyller de var, fiyatlar da meyvenin mevsimi ve seçkinliğine göre yukarı aşağı oynuyor.<br /><br />Kapının girişinde satılan meyve tabağı da çok güzel uygulama, onu da çok takdir ediyorum açıkçası. Tabak iki lira, içinde kayısı, kiraz, kavun, böğürtlen, üzüm gibi mevsim meyveleri var, kivi de var. Kışın da ballı meyveli yoğurt satıyorlardı, o da takdir edilesi muazzam bir hizmetti. Ayaküstü yemek için meyve bulmak bence büyük şans, Akveren’in iyi tarafı bu.<br /><br />Akveren’de sevmediğim ve yazının başında söz ettiğim hususlara değineyim biraz da:<br /><br />Öncelikle mısır. Şu haşlanmış tane mısırlardan bahsediyorum. Yüksek olasılık genetiğiyle oynanmış mısırlardan yapılıyor, hem de taze süt mısır almak varken margarinlenmiş, biberlenmiş bir bardak mısırı neden tercih edelim? Haşlanan mısır kokusu güzel bir kokudur ama bu mısırlar tuhaf, kekremsi bir koku yayıyor. Bu zımbırtı moda olduğunda Akveren hemen kapının önüne bir araba attı, normalden daha ucuza satmaya başladılar, hala da satıyorlar. Esprisi diğerlerinden ucuz olması. Sevilen bir yiyecek mi bu onu pek bilemiyorum ama yapımı kolay olduğundan herhalde, burada satmayı tercih etmişler.<br /><br /></span><div style="text-align: center;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiWhCuhcHGHJT-4KuZaTSB5XEV7FBFf4od1lBCgL1R8LL90DM0hsm8FUmIuXirRDvFESaq8QEeZdZS5Zrji5rNBVnteViVlw046f3BzFwGeJvdmp0rZMeHxBbsm3qXSgxBCqzI9mtvOoxQ/s1600-h/akveren2.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 361px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiWhCuhcHGHJT-4KuZaTSB5XEV7FBFf4od1lBCgL1R8LL90DM0hsm8FUmIuXirRDvFESaq8QEeZdZS5Zrji5rNBVnteViVlw046f3BzFwGeJvdmp0rZMeHxBbsm3qXSgxBCqzI9mtvOoxQ/s400/akveren2.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5358686370491364114" border="0" /></a><span style="color: rgb(102, 51, 51);font-family:georgia;font-size:85%;" ><span style="font-style: italic;">Tentenin altında “Evde makarna pişirmeye son!” diyor… Makarna pişirmek gerçekten zahmetli, uğraştırıcı, pis bir işti ya iyi oldu!</span><br /></span></div><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" ><br />“MAKARNACI” KISMININ MAKARNASI NASIL?<br />İkincisi ise makarna. Meyve suyu büfesinde yemek bulunması kulağa garip gelse de, iyi bir şey sunulsa afiyetle yeriz. Taze meyve suyu şöyle az yağlı, güzel soslu bir makarnaya gayet iyi eşlik edebilir. Ucuza da veriyorlar hani. Ama ben makarnalarında iş olmadığını söyleyebilirim. Çok çeşit varmış gibi gözükmesi sizi yanıltmasın, toplamda iki üç çeşit sos var. Bu sosları spagetti, boncuk, kalem, düdük makarnalara katıp hepsi ayrı çeşitmiş gibi sunuyorlar. Yani, ben boncuktan başka makarna yemem diyorsanız mesela, istediğiniz sosu ille de boncuk makarnayla bulabilirsiniz. Ben peynirli “boncuk” ve domates-kıyma soslu spagetti yedim. Büyük çukur tabaklarda sunuyorlar makarnayı, tabağı da çok fazla dolduruyorlar, hem de 3 lira. Çoğu insan da bu yüzden yiyor. Hatta aynı makarnayı paket olarak alırsanız 2 lira veriyorsunuz; yer işgal etmemenin kazancı 1 lira yani. Ama dediğim gibi makarnada iş yok. Sıvı yağı çok fazla abartmışlar; mideniz için en çok isteyeceğiniz şey değil. Makarnanın markasını bilmiyorum ama o da orta karar bir şey. Peynirlinin içine koydukları peynir, şu yoğurttan hallice olan kireç gibi peynirlerden. Dereotu ve maydanoz biraz tat vermiş ama yavan. Karnınız doyar –daha doğrusu mideniz dolar– ama bunu yemek sadece bu işe yarar, güzel bir makarna yemiş olmazsınız. Domateslisi ise görece iyi ama o da işte… Bir de sebzeli ve mantarlılar vardı, ama onlar da baharattan pek nasiplenmemiş ve yavan görünüyorlardı. Yağdan pırıldadıklarını ise eklemeye gerek var mı, bilmem. Yani, bu mekanda makarna yapılıp satılmasının tek esprisi ucuz olması. “Bu fiyata bu kadar; sen de ne bekliyordun?” diyebilirsiniz, ben de derim ki o fiyata daha iyisi olabilir, makarna ucuz bir besindir zira. Hadi insanlar yiyor da, gidip pilavcıda tavuklu pilav yeseler daha lezzetli bir şey yemiş olurlar.<br /><br />SALATAYI DAHA GÜZEL YAPABİLİRLER<br />Beğenmediğim diğer şey ise salatası. Akveren her şey gibi bunu da olay yapmış. “Mücadelemiz pahalılıkla” şiarıyla satışlarına birkaç ay önce başladığı salata 2 lira. Dükkânın camında, içerik marul, havuç, kırmızı lahana, kaşar, mısır, “hakiki” zeytinyağı ve sıkma limon olarak duyurulmuş ancak bu sonuncu yalan. Bildiğiniz hazır limon suyu kullanıyorlar, pek de kaliteli değil. Tadı kalitesiz limonataya benziyor ekşiden çok. Zeytinyağını da koklatıyorlar, var mı yok mu belli değil. Tatsız bir şey oluyor salata. Tamam bu da çok ucuz görünebilir ama 50 kuruş fazla verseniz aynı salatayı Pehlivan’da yiyebilirsiniz (tek eksiği mısır ki o da öyle fazla değildi) hem de zeytinyağını kendiniz bolca koyabilir, kesilmiş limon dilimlerini salatanın üstüne sıkabilir, isterseniz nar ekşisi veya balzamik sirke de ekleyebilirsiniz (mesela Altıyol Pehlivan’da böyle). Bir de Akveren’de salatayı yedikten sonra damağımda deterjanımsı bir tat kaldı, bütün gün geçmedi, bir daha orada salata yemeyeceğime eminim. Meyveyle güzellemeler yapan bir yerde salata satılması bence gayet hoş, sonuç itibariyle çiğ meyve sebze gayet iyi anlaşırlar aynı mekanda. Ama salatayı başka yerlerdeki gibi açık büfe tarzda yapsalar ya da meyvede yaptıkları gibi daha özenli tabaklar hazırlasalar daha anlamlı olurdu. Meyveye gösterdikleri özeni sebzeden esirgememeliler bence. Bir tavsiyede bulunacak olsam, makarnacı değil salatacı olun derdim, çoban salata olsun, bol yeşillik de olsun. Caddenin kalabalığı, otobüs gürültüsü, egzoz kokusu arasında bir tazelik ferahlık olsun, meyve sebze bahçesi olsun. Hem şifadır da… Makarnadan daha çok!<br /></span>Unknownnoreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-651673791205531716.post-91612860547155712822009-07-14T20:29:00.007+03:002009-07-15T14:06:20.221+03:00Yemişim Ortaköy kumpirini!<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg2HL3QmIFDLtGYlR22_vuJyr46sjSehco2uBMCGPumg9MJONeb_xy_mimWNaJnyxKpJ8UeTdDLw7NP11hyU150seE2U7sbJKaDrP9U_BLIuQNL5yBLR3e9VeN-fsRsY5FZMh6cAzB4-KZY/s1600-h/tuncay.jpg"><img style="margin: 0pt 10px 10px 0pt; float: left; cursor: pointer; width: 95px; height: 127px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg2HL3QmIFDLtGYlR22_vuJyr46sjSehco2uBMCGPumg9MJONeb_xy_mimWNaJnyxKpJ8UeTdDLw7NP11hyU150seE2U7sbJKaDrP9U_BLIuQNL5yBLR3e9VeN-fsRsY5FZMh6cAzB4-KZY/s200/tuncay.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5358369720383929634" border="0" /></a><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" >Yaz-kış demeden yiyebileceğim doyurucu ve lezzetli bir yiyecek kumpir. Ama damağımız taze salatalar, mezeler ve kaliteli patates arar haliyle. Kumpir de birçoğu gibi heryerde yenmeyecek ve seçici olunacak yiyeceklerden. Kaşarından, tereyağından çalınmış, kararmış sosis, bozuk mezelerle kamufle edilmiş kumpir hazırlayanları bulmak hiç zor değil. Benim kumpir için tercihim çoğu kişinin gözüne pek çarpmadığını tahmin ettiğim bir mekan, Allpato.<br /><br /></span><div style="text-align: center;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiQHaG3lTObuCjS2-gTIrqn_fXKQnQOq8tKqw-MmQLn1sTu0RUMvmAXhtkNbGkvSkdRCyCNI64cQO1s3lf8i801zuxR-EzrvqDi6Y1RDxJdWcxfpOqw-IS81MdcxSgkGp5PZVx84KHjlYVH/s1600-h/allpato1.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 298px; height: 400px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiQHaG3lTObuCjS2-gTIrqn_fXKQnQOq8tKqw-MmQLn1sTu0RUMvmAXhtkNbGkvSkdRCyCNI64cQO1s3lf8i801zuxR-EzrvqDi6Y1RDxJdWcxfpOqw-IS81MdcxSgkGp5PZVx84KHjlYVH/s400/allpato1.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5358370230838151650" border="0" /></a><span style="color: rgb(102, 51, 51);font-family:georgia;font-size:85%;" ><span style="font-style: italic;">Allpato'nun mekanı küçük ama Adapazarı ve Afyon'dan getirdikleri patatesleri büyük.</span><br /></span></div><div style="text-align: center;"><br /></div><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" >Allpato, Rıhtım tarafındaki Eski Postane’den, Kilise Meydanı’na ilerlerken sol sırada kalan, bir meze vitrini, patates fırını, birkaç taburenin sıkıştırıldığı 8 m2’lik küçük bir kumpir cenneti. 19 yıldır kumpirle uğraşan Fikret ve Fikri Usta işletiyor burayı. Fikri Usta’yla her muhabbetimizde mekanın küçüklüğünün insanları kötü etkilediğini ve müdavimleri haricinde, insanların kumpir yemek için büyük mekanları tercih ettiğinden dert yanıyor. Sonra o tip mekanların salatalarına ve patateslerinin kalitesizliğine verip veriştiriyor. Haksız da değil. Rıhtım’da bulunan Gold Stone ve sırasındaki mekanlarda yediğiniz kumpirle Allpato’nun kumpirini karşılaştırırsanız farkı rahatlıkla anlayabilirsiniz.<br /><br />Bu işin ilklerinden olan Allpato’nun kumpirlerini tadan birisinin anlamsız “Ortaköy Kumpiri” ısrarını kırabileceğini düşünüyorum. Kendi tarzını oturtmuş bir mekan olması çekici kılıyor burayı. Örneğin kumpiriniz hazırlanırken Adapazarı ve Afyon’dan getirilen patatesinizin içine, ikiye böldükleri diğer patatesin yarısını da katarak doyuma ulaşmanıza katkıda bulunuyor ustalarımız. Haliyle kaşar oranını korumak içinde alışılmıştan biraz daha fazla kaşar katılıyor. Fikri Usta’nın sevdiğim bir diğer özelliği ise normalde çok konuşkan olan bu insanın kumpiri hazırlarken konuşmaması. Onu kumpiri hazırlarken öyle motive görünce kumpirle buluşma anını beklerken yaşadığınız sabırsızlık, heyecan ve yutkunmalar bir kat daha artıyor.<br /><br /><table align="center"><tbody><tr><td><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhwVGDMwlYeD8HqGfSt912dr6TPF91kkZceaAng0io9sPOl1uPW8iJmry4uEyg4FhVOdXSoSf1o6HNTU2Rq0KgKVSsGrqh6ZZikH8eQVWgk8Nye65wO47k8H3dUvZEslY40wOcArc-E2rs/s1600-h/allpato3.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 238px; height: 320px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhwVGDMwlYeD8HqGfSt912dr6TPF91kkZceaAng0io9sPOl1uPW8iJmry4uEyg4FhVOdXSoSf1o6HNTU2Rq0KgKVSsGrqh6ZZikH8eQVWgk8Nye65wO47k8H3dUvZEslY40wOcArc-E2rs/s320/allpato3.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5358372460121589682" border="0" /></a></td><td><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj9YbLhZOD_0lwxMi9hyphenhyphenpW-n4a3Ssq6Pb0zAu5S3dGIfHDedzsrC_DVUa3Li89U16570TjkhBPax9_RF9XNpmI2te3spjz4H9Ybi0pHELwSk7-bxXaSf9ZyBE0AXp3hX-JTnXR5ms8Tj0s/s1600-h/allpato2.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 238px; height: 320px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj9YbLhZOD_0lwxMi9hyphenhyphenpW-n4a3Ssq6Pb0zAu5S3dGIfHDedzsrC_DVUa3Li89U16570TjkhBPax9_RF9XNpmI2te3spjz4H9Ybi0pHELwSk7-bxXaSf9ZyBE0AXp3hX-JTnXR5ms8Tj0s/s320/allpato2.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5358372285967805906" border="0" /></a></td></tr></tbody></table><div style="text-align: center;"><table style="text-align: center; margin-left: auto; margin-right: auto;" width="100%"><tbody><tr><td><span style="font-style: italic; color: rgb(102, 51, 51);font-size:85%;" > Allpato'da kumpir patatesinin içine ikinci bir patatesin de yarısını ekliyorlar. Böylece bir porsiyon fiyatına aslında bir buçuk yemiş oluyorsunuz...</span></td></tr></tbody></table></div><br />Allpato’nun kumpirinizi bir sanat şaheserine dönüştürmek için 12 çeşit meze, salata değişmezi var; Amerikan salatası, İtalyan salatası, bezelye, sosis, siyah zeytin, yeşil zeytin, mısır, havuç salatası, haydari, turşu, acılı ezme, kısır. Çok aç olduğumda 6 liradan karışık yesem de, önerdiğim çeşitler; amerikan salatası, mısır ve zeytin. Kendiniz seçtiğinizde çeşit başına 50 kuruş veriyorsunuz. Çiğ sosis yerine, kısa zaman aralıklarıyla taze taze kızartılan sosisler çok daha ayrı bir tat katabilir ve tercihlerim arasında yer alabilirdi. Tabii bu sorun sadece Allpato’da değil tüm kumpircilerde karşımıza çıkıyor. Sadece kaşar ve tereyağlı yiyenlerin ödemesi gereken ücret ise 4 lira. Bu fiyatların henüz geçtiğimiz günlerde yükselip bu hale geldiğini de belirtmek lazım. Krizin etkisi olsa gerek.<br /><br />Yazın sıcağa maruz kalmamak için kumpirinizi paket yaptırıp acilen uzaklaşmanızı tavsiye etsem de, kışın tercihiniz kesinlikle mekanda yemek olmalı. Patates fırını ve sıcacık kumpirler iliğinize kadar ısıtacaktır sizleri. Kumpiri yerken ustayla hafiften bir muhabbete girip, bu yolla yavaş yavaş yemenizi tavsiye ederim. Mideye oturmaması için gayet etkili bir yol.<br /></span>Tuncay Sezginhttp://www.blogger.com/profile/04620521637535260570noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-651673791205531716.post-12558651675525025142009-07-04T22:15:00.013+03:002009-07-19T14:37:02.455+03:00Ciğerci Hulusi'nin tantunisi, yanında da acılı şalgam suyu<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjYdPgrvo7f3uaN2rJ7Wp0d-ttjqIXSPtquNKVnvLUu_5FpmxT_s5M6OLbA3h2RMGuFMNrxIFAe-R1QYTocO8RfEWAHGFmzBBcKgxbrlG2hbF6YGJiOzHc96Yo7WnSAJ6FPZoopwP9-ryE/s1600-h/osmanyucel.jpg"><img style="margin: 0pt 10px 10px 0pt; float: left; cursor: pointer; width: 95px; height: 137px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjYdPgrvo7f3uaN2rJ7Wp0d-ttjqIXSPtquNKVnvLUu_5FpmxT_s5M6OLbA3h2RMGuFMNrxIFAe-R1QYTocO8RfEWAHGFmzBBcKgxbrlG2hbF6YGJiOzHc96Yo7WnSAJ6FPZoopwP9-ryE/s200/osmanyucel.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5354686079632435282" border="0" /></a><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" >Dükkanı o sokakta açmayı nereden akıl etmişler bilmiyorum ama iyi etmişler. Ciğerci Hulusi’nin büyük ve iri harflerle tantuni yazan tabelası, Altıyol’dan Söğütlüçeşme’ye doğru inen geniş caddeyle yayalara açık Halitağa Caddesi arasında kalan küçük sokakta hemen göze çarpıyor. Gayet kısa bir sokaktır –ismi de Mürver Çiçeği Sokağı’dır bu arada– ve merkezî bir yerde olmasına karşın ara sokak gibidir, arada geçerken rast gelmek dışında kimsenin o sokağa pek işinin düşeceğini sanmıyorum. Yine de o kısacık sokakta, ön cephesine bolca sıkmalık portakal asmış büyükçe bir büfe, büyük dükkanlı bir pilavcı ve daha mütevazı bir ön cepheye sahip Ciğerci Hulusi vardır. Bunlar sokağın güzel yanları. Çirkin yanı ise, sokağın bir ucunda bulunan, devlet binalarının bütün soğukluğunu ve iticiliğini taşıyan malmüdürlüğü binası!<br /><br />Ön cephesi dar olan Ciğerci Hulusi lokantası, aslında içeriye doğru uzunlamasına giden büyük bir mekan. Hemen girişte tantuninin kendine has tavasının içinde minik et parçaları pişmekle meşgul. Diğer kebapların yapıldığı mutfak alt kattadır belki, ancak 30 dereceyi geçen, nemli İstanbul sıcağında içeriye girmeyi gözüm kesmedi. Ben de Ciğerci Hulusi’de vitrin önüne atılmış dört küçük masadan birine yerleşiverdim.<br /><br /></span><div style="text-align: center;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiwYLpHVT-Yyw8vWx_xZMWP1Jr8IKbiFdoAu39uSbAXLZf0C9TSTOdkh6dQlar44_nj61Se4P1D9GC5RBUpTghaXP2gpAm7uEN7I6hqmXwjQHr6wYYrLj26O4WwZ5jKYn5O2xNlJNPSd9s/s1600-h/cigerci_hulusi3.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 298px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiwYLpHVT-Yyw8vWx_xZMWP1Jr8IKbiFdoAu39uSbAXLZf0C9TSTOdkh6dQlar44_nj61Se4P1D9GC5RBUpTghaXP2gpAm7uEN7I6hqmXwjQHr6wYYrLj26O4WwZ5jKYn5O2xNlJNPSd9s/s400/cigerci_hulusi3.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5354686627527609106" border="0" /></a><span style="color: rgb(102, 51, 51);font-family:georgia;font-size:85%;" ><span style="font-style: italic;">Pek yemek saati değil, usta da tantuni pişirmeye ara vermiş, gölgede dinleniyor. Sizi biraz dinlemeye hevesli gördüğünde tantuninin hası nasıl yapılır, anlatmaya hazır.</span></span><br /></div><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" ><br />Masaların üstünde bulunan kısa ve öz menülerdeki yemekler, minik fotoğraflarında gayet çekici duruyor. Lokantada tantuni ve ciğer dışında çöp şiş, tavuk şiş, Adana ve Urfa var, bir de kerebiç tatlısı denen özgün bir tatlı. Tantuni dışındakileri ister porsiyon olarak isterseniz dürüm olarak alabiliyorsunuz. Tantuni ise, haliyle, sadece dürüm ya da ekmek arası olarak yeniyor.<br /><br />Tantuni için gittim, bir dürüm tantuni söyledim. Yanına da acılı şalgam suyu. Siparişimin ardından, önüme hemen bir tabakta sumaklı söğüş domates ve salatalık ile bir başka tabakta da minik acı biber turşusu ile taze nane geldi. İşte bu tip mekanlarda insanın gözünü ve gönlünü açan hareketler! Hatta, ayrıca sumaklı soğan da getiriyorlarmış ama ben tantunimi soğanlı istediğim için olsa gerek bana getirmediler. Bunlar insanda o mekana bir kez daha gitme isteği uyandıran incelikler açıkçası. Hatta taze nane gibi, çoğu lokantada yeşillik babında pek önünüzde göremeyeceğiniz bir güzellik beni neşelendiriyor mesela.<br /><br />Ben önümdekilere keyifle bakarken dürüm tantunim geldi. İştah açıcı bir görüntüsü olsa da, beklediğimden çok daha küçük bir dürüm. Önümdeki menüde fotoğrafı bulunan dürüm tantuni ise daha kallavi görünüyordu açıkçası. O yüzden, ilk gördüğümde bir hayal kırıklığı yaşadım. (Menüdeki fotoğrafların, menüyü tasarlayan grafikerin internetten indirdiği sallama fotoğraflar olmadığını da söyleyeyim, zira Ciğerci Hulusi’nin kendine has sunum şeklini yansıtıyor.)<br /><br />Neyse, umduğumuz olmasa da bulduğumuzu yiyelim, tantunimi yemeye başladım. Tantuni nedir, ne değildir konulu bir ahkâm kesme denemesine giriş yapmayacağım, ama tantuni çok kolay yapılan, son dönemde İstanbul’daki bir dolu yerde bulabileceğiniz bir yiyecek. “Bu İstanbul'a ne dayasak gidiyor” mantığıyla, güya otantik lokantalar serisine ilk eklenen şeylerden biridir. O sebeple de, kötü etle yapıldığında yediğinize pişman olacağınız bir yiyecektir de. İlk deneyiminizi kötü bir yerde yaşadıysanız, “Mersinliler bunun nesini seviyor?” dersiniz. Ciğerci Hulusi, tantuniyi tanıtmayı kendine gurur meselesi yapmış bir yere benzediği için, yaptıklarına özen gösteriyorlar. Lafı bu kadar uzattım, ne demek istediğim anlaşılmıştır herhalde: Ciğerci Hulusi’nin tantunisi gerçekten güzel. Küçük menülerinde iyi et seçip yağına özen gösterdiklerini (pamuk yağı kullanıyorlar) özellikle belirtiyorlar ki onlar da ortalıkta bolca bulunan “kötü etle yapılmış tantuni felaketi”nden muzdaripler anlaşılan!<br /><br /></span><div style="text-align: center;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiKKcKnIEIUGWpTUrfR16AdxqeIDDz75SRaMhc6TYyDb0wASDs674zZ_PzvPoqH2u2ZSrmx4IhBnbyb8Z7Nv-Nh7FfUuGZa23_w5zMRMzW81gIcTJuKNFqWT8OjKArfkx7FWbLkgQpuiRs/s1600-h/cigerci_hulusi1.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 298px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiKKcKnIEIUGWpTUrfR16AdxqeIDDz75SRaMhc6TYyDb0wASDs674zZ_PzvPoqH2u2ZSrmx4IhBnbyb8Z7Nv-Nh7FfUuGZa23_w5zMRMzW81gIcTJuKNFqWT8OjKArfkx7FWbLkgQpuiRs/s400/cigerci_hulusi1.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5354686719902175394" border="0" /></a><span style="color: rgb(102, 51, 51);font-family:georgia;font-size:85%;" ><span style="font-style: italic;">Dürüm tantuni, acılı şalgam suyu, taze nane, acı biber turşusu, söğüş domates ve salatalık. İştah açıcı bir manzara...</span></span><br /></div><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" ><br />Ağzınızın suyu aka aka yediğiniz dürüm tantuni, çok küçük olduğu için hemencecik bitiyor maalesef. Mideniz ortalama bir mideden küçük değilse, bir dürümle doymanız imkansız. Gelen ikramlar da karın doyuran cinsten değil, o sebeple ya yediğinizle yetinecek ve güzel tantuni keyfinizin yarım kalmışlığıyla kalkacaksınız ya da ikinciyi söyleyeceksiniz.<br /><br /></span><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" >Ciğerci Hulusi, çöp şiş, tavuk, ciğer ve kebapları porsiyon olarak da veriyor. Onlardan sipariş ettiğinizde, masanızı süsleyen ikramlar daha şatafatlı: biraz önce saydıklarım dışında acılı ezme salata ile közlenmiş sebzeler. Bu minik ikramlarına özen gösterdiklerini, domates, biber ve soğanı sizin siparişinizin ardından közlemelerinden anlayabiliyorsunuz. Kısa bir bekleyiş sizi hafiften gerse de, o arada sizi ihmal ettikleri için değil, sebzelerinizi közledikleri için beklediğinizi bilin, sabırlı olun.<br /><br />Hem acı olup hem de bu sıcakta insanı ferahlatan tek şey şalgam suyu olsa gerek! Özellikle Mersin’den getirdiklerini söyledikleri şalgam suyunun tadı hoş. Ne kadar sevseniz de aşırı sıcaklarda et yemek meşakkatli iştir; Ciğerci Hulusi’de taze nane ağzınızı, acılı şalgam suyu da içinizi ferahlatarak size bu konuda koltuk çıkıyorlar.<br /><br />Ciğerci Hulusi, kendine biçtiği “iyi tantuniyi tanıtma ve sevdirme misyonu”nda kararlı, bu konuda istekli olduğunuzu fark ettiklerinde size hemen sacda pişmekte olan tantuniyi nasıl yaptıklarını anlatıyorlar. Etlerine güvenleri tam olsa gerek ki, kısa zamanda tantuni olacak pişmemiş yağsız eti siz de görebiliyorsunuz.<br /><br /></span><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiLvtqRyCaE0umoHOqE7zxajaIcNTWaHNZFzbAxEvY6p5jjflFm-dcPyzZdzg48Obk6S4XN9iB9nTgEIbfPiD-hc_JYB4L9-Isoay4fK74_NhOwXY5rvtUnhYMKFddYRnQDTi7jX8FEfjI/s1600-h/cigerci_hulusi5.jpg"><img style="margin: 0pt 0pt 10px 10px; float: right; cursor: pointer; width: 320px; height: 217px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiLvtqRyCaE0umoHOqE7zxajaIcNTWaHNZFzbAxEvY6p5jjflFm-dcPyzZdzg48Obk6S4XN9iB9nTgEIbfPiD-hc_JYB4L9-Isoay4fK74_NhOwXY5rvtUnhYMKFddYRnQDTi7jX8FEfjI/s320/cigerci_hulusi5.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5354691543057673778" border="0" /></a><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" >Tantuni dürüm ve yarım ekmek 4 lira. Çok yüksek bir miktar değil, ama dürümün fazlasıyla küçük olmasından kaynaklı, doymak için bir tane daha söylemeniz işten bile değil. Bu durumda “reel fiyat” iki katına çıkıyor haliyle! O da pahalı kategorisine ön kapıdan girer! Diğer dürümler 5 lira. Kadıköy ortalamasında bir fiyat. Porsiyon söylediğinizde ise 10 lirayı gözden çıkaracaksınız. Sahiden pahalı. Közde pişmiş ciğeri tatmaya değer, tatmak için de dürüm yeseniz işinizi görür. Aklınızda olsun. Porsiyonların 10’ar lira olmasını minik ikramların takviyesiyle mazur gösteriyorlar sanırım. Evet, sahiden karışık bir durum; zira o ikramlar çok hoş, ama 10 lira da pahalı. Bu da Ciğerci Hulusi’yi cebinizde aman aman para yokken doyabileceğiniz yerler kategorisinden çıkarıyor maalesef. İçeceklerin fiyatını da yazayım: Küçük ayran 1 lira, şalgam suyu, büyük ayran, kola ve gazlı türevleri 2 lira. Unutmadan, kerebiç tatlısı da 3 lira.<br /><br />“Abi, çay içer misin?” teklifini memnuniyetle kabul ettim. İnsanı bezdiren İstanbul sıcağına serin bir köşede karnı tok oturmanın keyfiyle karşılık verdikten sonra da hesabı ödeyip kalktım. Eh, artık bir gün de gidip Ciğerci Hulusi’nin Mühürdar Caddesi’ndeki diğer şubesinde bu kez ciğer keyfi yaparız.<br /></span>Osman Yücel Demirsoyhttp://www.blogger.com/profile/02416666748544892633noreply@blogger.com6tag:blogger.com,1999:blog-651673791205531716.post-55098897388754805172009-07-01T14:34:00.009+03:002009-07-01T14:45:46.137+03:00Pilav yedim hoş çıktı<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhwasx6FnUaX8bOq9afMrovxP2U-_pF43pnlZOcYfG9Iykv223KhsNJIUn93uPnCffgjKyC_b1ufAfg0IT-qNCuXBTuZvxhxZDuKueBjdULNP5hkk1ZxA-3H06FtEQaZ31v1VCqG9dw5zMz/s1600-h/onur2.jpg"><img style="margin: 0pt 10px 10px 0pt; float: left; cursor: pointer; width: 95px; height: 137px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhwasx6FnUaX8bOq9afMrovxP2U-_pF43pnlZOcYfG9Iykv223KhsNJIUn93uPnCffgjKyC_b1ufAfg0IT-qNCuXBTuZvxhxZDuKueBjdULNP5hkk1ZxA-3H06FtEQaZ31v1VCqG9dw5zMz/s200/onur2.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5353454068547232066" border="0" /></a><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" >Kadıköy’de son zamanlarda öyle bir pilavcı açma modası esiyor ki birkaç gün önce playstation cafe olarak gördüğüm yerler bile (birinde, playstation tabelasının “pilav station” diye değişmesi yaratıcı çözüm olmuş) birden bire pilavcı kimliğine bürünüyor. Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın sözüne olan inancıma rağmen bu yeni yerlerin hepsini denemiyor, daha doğrusu denemek istemiyorum, çünkü yıllardır aynı pilavcıda yemek yer, dükkandayken ya da evde tüp bittiğinde buradan yemek sipariş ederim. Ama yeni açılan pilavcıların yemek resimleriyle donanmış tabelalarının cazibesine kapılıp “denemeden geçmeyeyim” dediğim de oluyor. Her denemede aynı sonuca varıyorum. Pilavın üzerine konan bazı malzemeler nadiren güzel çıksa da, hiçbiri pilavı Pilav House kadar güzel ve ucuz yapamıyor.<br /><br />Üsküdar’daki bir seyyar pilav arabasıyla başlayıp da Kadıköy’de iki, Üsküdar, Ümraniye ve Beşiktaş’ta birer Pilav House’a çıkan yolu düşününce, pilavlarının beğenildiği anlaşılıyor Tekin Usta’nın. Ben bu Pilav House’lar içinden eski İSKİ’nin olduğu sokakta bulunan Pilav House 2’den bahsedeceğim.<br /><br /></span><div style="text-align: center;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi_x1zGsnqwDhNEZI4bRaMolPnTJ0q4v50d7AKszW-m02TfuWAc77DPXKaI1XjWjaGM3nsEZM1DTu_278QQvfAdmJlsOhoajPYS9sZcZi3D1wc9y7TyTB43GCoA8rBXy97Y2v03d6fJxO9U/s1600-h/pilavhouseb.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 298px; height: 400px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi_x1zGsnqwDhNEZI4bRaMolPnTJ0q4v50d7AKszW-m02TfuWAc77DPXKaI1XjWjaGM3nsEZM1DTu_278QQvfAdmJlsOhoajPYS9sZcZi3D1wc9y7TyTB43GCoA8rBXy97Y2v03d6fJxO9U/s400/pilavhouseb.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5353454753006260498" border="0" /></a><span style="color: rgb(102, 51, 51);font-family:georgia;font-size:85%;" ><span style="font-style: italic;">Salatalı-tavuklu-fasulyeli pilav (tezgahta da var resmi) Pilav House'un en güzel pilavı</span></span><br /></div><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" ><br />Gece saat 1’den önce kapanmayan Pilav House 2 ile ilgili ilk olarak söylenebilecek şey, yemekler ile servisin temiz ve özenli olmasının yanında fiyatların da gayet makul olduğu. Nohutlu (sade) pilav 2 TL, tavuk-salata-fasulyeden biri ile pilav 2,25 TL, bu üçlüyü karıştırayım derseniz 2,5 TL, ciğerli pilav 3 TL, hepsi karışık da 3,5 TL. Sadece listeye yeni eklenen kavurmalı pilav biraz daha pahalıca, 4 lira. Tatlılar (kadayıf, keşkül, sütlaç, aşure, spangle) 2,25 lira. Su 50 kuruş, ayran 0,75-1, kola da 1,75 TL.<br /><br />Gelelim en az fiyatlar kadar önemli olan konuya, yemeklerin lezzetine. Pilavın tadının çok güzel olduğundan bahsetmiştim, elbette ki karabiberle daha da güzelleşiyor. Kuru fasulye ve ciğeri her yerde sevmem, Pilav House ikisini de gayet iyi yapıyor. Kuru fasulye gayet dengeli pişmiş, ciğer ise benim tam da pilavın yanında istediğim gibi küçük küçük doğranmış ve hafifliği sayesinde pilavın tadını almamı engellemiyor. Küçük doğranmış taneleriyle salata ve tavuk her zaman taze. Ben genelde salatanın üstüne nar ekşisi koyduruyorum, siz de seviyorsanız kesinlikle öneririm.<br /><br />Yemeklerin arasına yeni eklenen kavurma için ise aynı şeyleri söyleyemeyeceğim, hem tadı kuru hem de pahalı. Ayrıca size tavsiyem –aslında bu tavsiyeye gerek olmaması lazım ama yiyenleri gördüğüm için vurgulama ihtiyacı duydum– tavuk ve ciğeri beraber yememeniz. Bunlar ayrı ayrı yendiğinde pilavla çok güzel olsalar da, ikisinin bir arada olması yemeğin tadını bir hayli bozuyor. Hem fiyat hem de tat açısından favorim 2,5 liraya tavuklu-salatalı-fasulyeli pilav. Aynı zamanda gayet de doyurucu oluyor. Tatlılardan tel kadayıfın tadı yerinde, ama diğer tatlıları istemeden önce taze olup olmadığını sormanızı öneririm.<br /><br /></span><div style="text-align: center;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhxsKaYWW3YP-R-vU-eD9WQ5vZbOHL50kSmhYQihBG2eZiqyPS85escvPkZh1lxVoHukSw5G1FXO8jQ0un_pvPdqkIRIezPaQEtq3JqpaNPQFnOqbOVlT8Mb8EfEq2G2HXqkKSf0UIwDyj0/s1600-h/pilavhousea.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 393px; height: 400px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhxsKaYWW3YP-R-vU-eD9WQ5vZbOHL50kSmhYQihBG2eZiqyPS85escvPkZh1lxVoHukSw5G1FXO8jQ0un_pvPdqkIRIezPaQEtq3JqpaNPQFnOqbOVlT8Mb8EfEq2G2HXqkKSf0UIwDyj0/s400/pilavhousea.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5353454896926354450" border="0" /></a><span style="color: rgb(102, 51, 51); font-family: georgia;font-size:85%;" ><span style="font-style: italic;">Eski İSKİ'ye sırtınızı verdiğinizde Pilav House 2'yi görebilirsiniz.</span></span><br /></div><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" ><br />Kadıköy’de canınız pilav çekerse, Caferağa çevresinde yaşayanlar, çevredeki işyerlerinde çalışanlar, yakındaki okullara giden öğrencilerle okul çıkışı Kadıköy’e inen üniversite öğrencileri (bunları yazın göremezsiniz tabii), barlar sokağından çıkıp iskele yolunu tutanlar gibi Kadıköy’deki hesaplı lokantalarda karnını doyururken genelde görebileceğiniz insanların pilav kaşıkladığı Pilav House 2’ye iç rahatlığı ve keyifle gidebilirsiniz.<br /><br />Bu arada pilavcının yerini eski İSKİ üzerinden tarif ettim, ama Caferağa Mahallesi Sarraf Ali Sokak’ta olduğunu da yazayım, eski İSKİ’yi bilmeyenlere ayıp olmasın.<br /></span>Onur Şenoğluhttp://www.blogger.com/profile/03946035106249884015noreply@blogger.com7tag:blogger.com,1999:blog-651673791205531716.post-24985287813274327452009-06-24T22:29:00.015+03:002009-06-25T19:03:00.191+03:00Güreşçi değil köfteci Pehlivan’lar için cazgırlık<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEipxMxe8W3gtVmcbM0PVHLia4dy4G_d0U2DnNA3CL1IJTZCPp76ZvaIPRYqs7HP_X8enzU-KFn-DGNitpCfnWR6yvOm5sPvAwp9N_iKi4nQMBFTzl5YEmknQFBY8o9rFWDIi4YInfxarPI/s1600-h/osmanyucel.jpg"><img style="margin: 0pt 10px 10px 0pt; float: left; cursor: pointer; width: 95px; height: 137px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEipxMxe8W3gtVmcbM0PVHLia4dy4G_d0U2DnNA3CL1IJTZCPp76ZvaIPRYqs7HP_X8enzU-KFn-DGNitpCfnWR6yvOm5sPvAwp9N_iKi4nQMBFTzl5YEmknQFBY8o9rFWDIi4YInfxarPI/s200/osmanyucel.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5350978656390546338" border="0" /></a><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" >O kadar çok lokanta açtılar ki, Kadıköy’de her köşe başında bir “pehlivan” görürsünüz yazsam, fazla abartılı olmaz. <span style="font-style: italic;">Franchise</span> dedikleri yöntemle mi açılıyorlar yoksa hepsi de aynı adamın/şirketin doğrudan açtığı lokantalar mı, bilmiyorum, ama Kadıköy’ün merkezinde benim bildiğim dört tane lokantaları var. Büyük salonları, sıra sıra masaları (sadece biri daha küçükçe, hallice bir büfe gibi ama üst katında da salonu var), uzun self servis tezgahlarıyla kilo kilo köfte ve tavuk pişiriyorlar gün boyunca.<br /><br />Pehlivan, hemen vitrin önündeki büyük ızgaralarında harıl harıl pişen köfte, kaşarlı köfte, kanat ve tavuk şişlerin iştahınızı fazlasıyla açtığı bir mekan. Izgaraların hemen gerisinde de sıra sıra tabak yemekleri başlıyor. Etliler, sebzeliler, fırın kebapları, pilav, çorba, tatlılar, salatalar, cacık, içecekler derken, her lokantanın en kötü yeri olan kasaya varıyorsunuz! İçeri köfte niyetiyle girseniz dahi çeşit çeşit çekici yemek aklınızı çelebiliyor bir an. Ne yesem ikilemlerinde gidip gelirken, biraz önce <span style="font-style: italic;">“orman kebabı var, güzel, tas kebabı, pilav” </span>şeklindeki davetkâr sesin sahibinin, daha sertçe bir tonlamayla yaptığı <span style="font-style: italic;">“evet efen’im, ilerleyelim lütfen, lütfen”</span> uyarısıyla eliniz mahkum yürüyorsunuz.<br /><br /></span><div style="text-align: center;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjypC8l7lpZYPfsmELbI6HH6Kt-X5mNJlpulZ4xhCQiJIrCECsxmBy5hufK7Ns6VILzc5Db9VTZ7oLdM6pV2XICCNU5QqZikL6qr1iXQrp-C0W6xMAQCiKwGwJ0fK9BiCWUEOOsK-R4UzM/s1600-h/pehlivan_carsi1.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 298px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjypC8l7lpZYPfsmELbI6HH6Kt-X5mNJlpulZ4xhCQiJIrCECsxmBy5hufK7Ns6VILzc5Db9VTZ7oLdM6pV2XICCNU5QqZikL6qr1iXQrp-C0W6xMAQCiKwGwJ0fK9BiCWUEOOsK-R4UzM/s400/pehlivan_carsi1.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5350978994508488674" border="0" /></a><span style="font-size:85%;"><span style="font-style: italic; color: rgb(102, 51, 51);font-family:georgia;" >Pehlivan, ucuza güzel köfte yemek için iyi bir tercih. Vitrin önü yeterince iştah açıcı.</span><br /></span></div><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" ><br />Pehlivan, self servis çalışıyor. Tepsiyi alıyorsunuz, tabakları birer birer tepsiye yerleştirip nihayetinde kasaya ödemenizi yapıyor ve yerinize oturuyorsunuz. İnsanları hesaplı yeme iddiasıyla içeri girip de cebinin boyutlarını aşacak şekilde tıkınmaya yönlendirmek için en iyi yol herhalde.<br /><br />İlk bakışta köfteci izlenimi verdiği için Pehlivan’da en çok yenen şeyin köfte olduğunu söylemeye gerek yok sanırım. Geniş ızgaranın kenarında büyükçe bir köfte ve kaşarlı köfte yığını, sürekli büyüyor ve sonra küçülüyor. Güzel, harcı yağla şişirilmemiş bir köftesi var. Köfte aldığınızda kenarına birkaç turşu biber ve köfteye ayrı bir tat veren, biberli soslarından koyuyorlar. Porsiyona koydukları beş köfte insanı doyurmaya yetiyor. Ekmeğiniz kalırsa, onu da sosa banarak bitirmek de keyifli. Kaşarlı köfte alırsanız, porsiyonda irice bir tane köfte yiyorsunuz. Çok harika bir kaşarlı köfte değil, ama fiyatını göz önünde bulundurursanız, o fiyata başka yerde kaşarlı köfte yiyebileceğinizi sanmıyorum. Bir de göğüs etinden yapılan tavuk şiş ve kanat var. İri tavuk şişler, sosla hafif terbiyelendirildiği için fazla kurumuyor, tadı da gayet hoş. Porsiyonda iki çöp şişe takılı dörder parça tavuk oluyor. Ve tavuğu da yine sos ve turşu biberle yiyorsunuz. Kanat ise genel olarak benim favorim değildir, Pehlivan’da da hiç yemedim. Pehlivan’ın lokantaları pek boş kalmıyor, özellikle öğlen saatleri ile akşam üstleri bir hayli dolu. O yüzden de köfte ve tavuğu hep bol bol pişirdikleri için, eğer gitmezse bazen beklemiş olabiliyor. İşte o biraz beklemiş (ve size verilirken yeniden ısıtılmış) köfte ve tavuğa denk gelirseniz, kurumuşunu yemek zorunda kalabiliyorsunuz. Hadi köftesi yine de yeniyor, ama tavuğu beklediğinde güzel olmuyor.<br /><br /></span><div style="text-align: center;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEilgVKt4sHogcVPZNO8yESAI0nT6SoRhD0JksboGMS_xvfQcnBjkH6ydhHU4Hxix6F52jGY10FidigHngvnNg8iuRn-f8glBZQdxD1OF62N89RjkP53CTsFCGWxHczG-omf_TY_PW3EwIg/s1600-h/pehlivan_osmanaga.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 298px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEilgVKt4sHogcVPZNO8yESAI0nT6SoRhD0JksboGMS_xvfQcnBjkH6ydhHU4Hxix6F52jGY10FidigHngvnNg8iuRn-f8glBZQdxD1OF62N89RjkP53CTsFCGWxHczG-omf_TY_PW3EwIg/s400/pehlivan_osmanaga.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5350979325806949922" border="0" /></a><span style="font-size:85%;"><span style="font-style: italic; color: rgb(102, 51, 51);font-family:georgia;" >Burası Pehlivan'ın Osmanağa Camii yakınındaki lokantası. Diğerlerine göre daha küçük. Saat biraz geç olunca, fotoğrafın alt köşesindeki kaşarlı köfte yığını, beklemiş ve tekrar ısıtılan köfteyi yemek zorunda kalacağınızın habercisi. Eh, bir eksiği de o olsun.</span></span><br /></div><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" ><br />Pehlivan’ın yemekleri de güzel. Esnaf lokantalarına göre daha özenli yapıyorlar. Ama köftesi için geçerli olan hesaplılık, yemeklere geldiğinde her zaman geçerli değil. Orman kebabı, kapama gibi etli yemekler pahalı. Ama hakkını yememek lazım, lezzetli yapıyorlar ve etli yemekleri gerçekten etli! Doyuyorsunuz. Bir de, örneğin hindi etinden yapılan tas kebabı benzeri hoş bir yemeği her yerde yemek imkanı bulabileceğimizi sanmıyorum. Yani arada bir, ilginç yemekleri aman aman para vermeden yemek için akılda tutulabilecek bir yer Pehlivan. Sebzeli yemekleri ise hem lezzetli hem de fiyat açısından uygun. Taze fasulye yemeğini tavsiye edebilirim örneğin. Pilavı öyle ekstra anlatmayı gerektirecek bir pilav değil. Ancak bazı yemeklerin yanına koymak için hazırladıkları patates püresinin, püreye olan çocukça sevgilerini unutmayanlar için hoş bir seçenek olduğunu söylemek lazım. Ezogelin ve tavuk suyuna şehriye çorbası her zaman tezgahın kenarında sıcak bir şekilde duruyor. Tavuk suyuna çorbasını hiç içmedim, ezogelininde ise sürekli bir altı tutmuşluk tadı var ve pek hoş değil. Ayrıca çorba kaseleri haddinden fazla küçük; adeta iki kaşıkta bitiyor. Yalnızca, Pehlivan’ın geç saate kadar açık olan lokantalarında, o saatte işkembe dışında çorba arayanlar için çorba buluyor olmak iyi.<br /><br /></span><div style="text-align: center;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEim0dDzC4xY1gxhhYM5WicLEGVJE6TurdACRKXIhG-VwILteE3dTdN_dG8AeHgVLzAAGRgdxefc88upl0RkGUsERJ2A1BEcAWJrgPY8Tu6wMUnekL0sYuIuy5XKwT2WBrAENlYVZvr9BSw/s1600-h/pehlivan_altiyol21.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 298px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEim0dDzC4xY1gxhhYM5WicLEGVJE6TurdACRKXIhG-VwILteE3dTdN_dG8AeHgVLzAAGRgdxefc88upl0RkGUsERJ2A1BEcAWJrgPY8Tu6wMUnekL0sYuIuy5XKwT2WBrAENlYVZvr9BSw/s400/pehlivan_altiyol21.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5350978892840091538" border="0" /></a><span style="font-size:85%;"><span style="font-style: italic; color: rgb(102, 51, 51);font-family:georgia;" >Pehlivan'ın geç saate kadar açık olan, Söğütlüçeşme Camii yakınlarındaki lokantası. O saatlerde, ilginçtir, sulu yemekleri köftesine göre daha taze oluyor.</span></span><br /></div><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" ><br />Yemeklerinizi aldınız, tepsiyle ilerliyorsunuz, geldiniz salata, cacık, soğuk meze alabileceğiniz noktaya. İri taneli domates salatası her yemeğin yanında iyi bir seçenek. Soğuk mezelerinden çok fazla yemedim, ama yediklerimin de öyle aklımda kaldığını söyleyemeyeceğim. Tabii şu yaz sıcağında bir kez daha tecrübe etmek, bu fikrimi değiştirebilir. Dener de fikrimi sahiden değiştirirsem, buraya bir not düşerim. Tatlılardan sütlacı fena değil. Sevenler için kabak tatlısını da önerebilirim. Diğerleri gözüme pek iştah açıcı gelmedi. İçecekler kısmını tepsinize bir tanesini seçerek ya da vazgeçerek arkada bıraktıktan sonra, tepsinize ekmek ve çatal-bıçağı alıyorsunuz. Tam burada, yemeklerinizde istediğiniz kadar kullanmanız için baharat kapları, zeytinyağlık, sirkelik, limonluk var. Köftenin yanındaki sos dışında tabağınıza pul biber ve kekik koymak güzel olabilir. Salatanıza sirke ve zeytinyağını da keyfinize göre katıyorsunuz.<br /><br /></span><div style="text-align: center;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh1a7Cuyj9Lyqn-46_8tNbJ9_8IQ-nej1Ags1OM3WVkcVQC9dg_DfhAXtOPDWJHShac00Q87r5dzmbVjbikGv6A2Jt1A_dv9B9VTlnp5k9pqrreoChpCpjkdWcBgZjPZU0yj_s-Ps61yvI/s1600-h/pehlivan_osmanaga2.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 298px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh1a7Cuyj9Lyqn-46_8tNbJ9_8IQ-nej1Ags1OM3WVkcVQC9dg_DfhAXtOPDWJHShac00Q87r5dzmbVjbikGv6A2Jt1A_dv9B9VTlnp5k9pqrreoChpCpjkdWcBgZjPZU0yj_s-Ps61yvI/s400/pehlivan_osmanaga2.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5350979176521579826" border="0" /></a><span style="font-size:85%;"><span style="font-style: italic; color: rgb(102, 51, 51);font-family:georgia;" >Ustanın, bir yandan "bu herif niye fotoğraf çekiyor?" kaygılı bakışlar atıp bir yandan da "yakışıklı olsun" pozunu vermesi, görüntü alan makinelerle karşılaşan memleket insanlarının ortalama tavrının şık bir örneği olmuş. Vallahi ben mekanı çekeyim, dedim ama sen de iyi ki çıkmışsın usta.<br /><br /></span></span></div><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" >Ve oturmadan önceki son durak olan kasaya varıyorsunuz. Dört farklı lokantada fiyatlar hafif oynayabiliyor, ama temel aynı: Köfte, tavuk şiş ve kanat ızgara 5 TL, kaşarlı köfte 5,5 TL. Çorbalar 2,5 lira, uygun bir fiyat yani, ama tekrarlayayım: kaseleri çok küçük. “Etli-sebzeli” diye tarif ettikleri, içinde parça et bulunan sebzeli yemekleri 5 lira, sırf sebzeliler 4 lira. Tas kebabı aldıysanız, yüksek meblağlı yemeklere merhaba diyorsunuz: 8 lira. 10 liradan başlayıp 13 liraya kadar çıkan kuzu tandır gibi yemekleri de var; kuzu tandır 13 lira vermeye değecek bir yemektir, ama açıkçası Pehlivan’da da o parayı vermemeyi yeğlerim! Pilav 2,5, salatalar 2,5 TL. Zeytinyağlılar 2,5-3 lira, tatlılar da öyle. Ayrana 1 lira, kolaya 1,5 lira ödeniyor. Kısacası yüksek fiyatlı kebaplar dışında sahiden iyi yemeği öyle çok da fazla para verip üzülmeden yiyebiliyorsunuz.<br /><br />Unutmadan, Pehlivan’ın iyi bir yönü de, arkada bir yerlerde sürekli kaynamakta olan çaydan istediğiniz kadar alıp içebiliyor olmanız. Çaylar şirketten ve gerçekten bulaşık suyu gibi değil!<br /><br /></span><div style="text-align: center;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjwa3gk-tOwhabgqjv22nAYnR87Tp4IXjUH3hkseKY_UtWRZ4MmsH8yIFgR5qodvLUjkRvFoOg6cjEsNhOyrqC1VT909ovFAiVBNQWhSXvwGPYs4C7uuhG5nsbQ3qCZCi_QoHZELyMOB8o/s1600-h/pehlivan_altiyol11.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 339px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjwa3gk-tOwhabgqjv22nAYnR87Tp4IXjUH3hkseKY_UtWRZ4MmsH8yIFgR5qodvLUjkRvFoOg6cjEsNhOyrqC1VT909ovFAiVBNQWhSXvwGPYs4C7uuhG5nsbQ3qCZCi_QoHZELyMOB8o/s400/pehlivan_altiyol11.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5350978803926747634" border="0" /></a><span style="font-size:85%;"><span style="font-style: italic; color: rgb(102, 51, 51);font-family:georgia;" >Söğütlüçeşme Caddesi üzerinde, boğa heykeline çıkarkenki ikinci lokanta.</span></span><br /></div><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" ><br />Pehlivan lokantaları hep merkezî yerlerde ve biri hariç büyük dükkanlar olduğu için Kadıköy’e dolaşmaya gelen, işten çıkan, alışveriş yapan, caddeden ve çarşıdan geçen her türlü insanı karnını doyururken görebilirsiniz. Öğle vakitleri öğle tatili insanlarıyla bolca karşılaşıyorsunuz. Yemek sonrası çay faslına geçince, yemeğini bitirmiş ama sohbeti uzatan arkadaş gruplarını görüp hafiften bir cafe atmosferi yaşamak mümkün. Söğütlüçeşme Caddesi üzerinde Söğütlüçeşme Camii tarafından Altıyol’a çıkarken iki tane, Boğa heykelinden cadde üzerinden iskeleye inerken Osmanağa Camii’nden hemen önce bir tane ve çarşı içinde Ayia Efimia Rum Ortodoks Kilisesi’nin baktığı meydanın orada bir tane olmak üzere dört lokantası var Pehlivan’ın. Bunlardan Söğütlüçeşme Camii tarafından çıkarken karşılaşacağınız ilk lokanta geç saatlere kadar açık oluyor. Ve yemekleri de geç saate karşın taze. “Kalmış yemekler” değil, anlayacağınız. Sanırım geç saatlerde yemek için tercih edilecek en iyi yerlerden biri olarak sayılabilir. O saatlerde, orada, gececi taksicileri, zil çalan karınlarını susturmak için arabasıyla turlayıp lokanta arayanları, ufaktan bir şeyler atıştırıp çay içme faslını uzatanları fazlaca görmek mümkün.<br /><br /></span><div style="text-align: center;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgg0iJtss-lX3bX244NrXPdsJDNzDPRCrgvrKI_RpbeG95xZzgMNanVBtBUigtX5p86BxXSXmE115a-fi43N8Qn3UFoF16ctKDVOk9xekv5Mz1wmtdNjK4FlPa6nreN1j2sQUwx8O5dONg/s1600-h/pehlivan_carsi2.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 298px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgg0iJtss-lX3bX244NrXPdsJDNzDPRCrgvrKI_RpbeG95xZzgMNanVBtBUigtX5p86BxXSXmE115a-fi43N8Qn3UFoF16ctKDVOk9xekv5Mz1wmtdNjK4FlPa6nreN1j2sQUwx8O5dONg/s400/pehlivan_carsi2.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5350979090577808002" border="0" /></a><span style="font-size:85%;"><span style="font-style: italic; color: rgb(102, 51, 51);font-family:georgia;" >"Köfteleri görünce ağzınız sulandı, farkındayız, korkmadan buyurun, yeyin, yemekler ucuz" minvalinde, </span></span><span style="font-size:85%;"><span style="font-style: italic; color: rgb(102, 51, 51);font-family:georgia;" >Pehlivan lokantalarında fiyatları her yana yazmışlar. İyi de yapmışlar.</span></span></div>Osman Yücel Demirsoyhttp://www.blogger.com/profile/02416666748544892633noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-651673791205531716.post-2482900688001706792009-06-20T16:47:00.008+03:002009-07-19T14:45:44.962+03:00Dört mevsim menemen yerim diyenlere Şimşek Büfe<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh7lBgJ_34XxoxqensmsQyPghBCHkul_LlOwEtGs-Kbv8R4V7S5ZgINXmZQDkQvYjTlaT_gsDgA9u6gH9rlshxup6orp0sqzRXH8ph-GsmD2WzVliYtdyWJsPE_zD0vHO3unhEhNnFcPkME/s1600-h/onur2.jpg"><img style="margin: 0pt 10px 10px 0pt; float: left; cursor: pointer; width: 95px; height: 137px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh7lBgJ_34XxoxqensmsQyPghBCHkul_LlOwEtGs-Kbv8R4V7S5ZgINXmZQDkQvYjTlaT_gsDgA9u6gH9rlshxup6orp0sqzRXH8ph-GsmD2WzVliYtdyWJsPE_zD0vHO3unhEhNnFcPkME/s200/onur2.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5349406098569429410" border="0" /></a><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" >İlk olarak bu yaz sıcağında ne menemeni diye merak etmiş olabileceğiniz düşüncesiyle, ikinci yazım için neden meşhur menemenci Şimşek Büfe’yi seçtiğimi açıklamak istiyorum.<br /><br />Yemek ile ilgili yazılar, ilkbahar aylarında başlayıp yaz aylarına doğru gittikçe artarak; hafif yemek tarifleri, kalorisi düşük yemekler, plaj vücudu yapmak için yenmesi gerekenler gibi bir şekle bürünürler. Bu blog, ucuz ve güzel yemeğin Kadıköy’de nerede yenebileceğini insanlarla paylaşmayı hedeflediği için ekmek bandırdığınız takdirde tıka basa karın doyuran menemeni en güzel yaptığını düşündüğüm yeri yazmayı uygun buldum. (Yaz geldi diye soluğu çalışanların sürekli </span><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" >yolunuzu kestiği ve </span><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" >en az 10 lira para bayılacağınız salatacılar sokağında alacaksanız afiyet olsun!)<br /><br /></span><div style="text-align: center;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi60HfqXE3zdyeKuGUPYvnDdYQ9Nz1YLgWGPnt7l7saMe_Mqtun7iWuoMLvsmmhKLwX5133yxdLCSigMD51TTIyvzdn8hmv5Tw-cpzdsOAxqHNeEUQqdmuHZjwXRCttXVyR_6sDYSA3Iiw4/s1600-h/simsek_menemen1.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 298px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi60HfqXE3zdyeKuGUPYvnDdYQ9Nz1YLgWGPnt7l7saMe_Mqtun7iWuoMLvsmmhKLwX5133yxdLCSigMD51TTIyvzdn8hmv5Tw-cpzdsOAxqHNeEUQqdmuHZjwXRCttXVyR_6sDYSA3Iiw4/s400/simsek_menemen1.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5349406330586227906" border="0" /></a><span style="font-style: italic;font-family:georgia;font-size:85%;" ><span style="color: rgb(102, 51, 51);">Acılı yiyecekseniz, menemeni acı sivri biberle yapmalarını söyleyin. Pul biberle yaptıklarından daha güzel oluyor.</span><br /></span></div><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" ><br />Her zaman, asli olarak tek yemek üzerine yoğunlaşıp (menemenci, kuru fasulyeci, pilavcı) o yemeği de hakkını vererek yapan yerleri çok beğenmişimdir. Meşhur menemenci de ilk açıldığından beri menemenci olarak devam eden, bir ara işi büyütmeyi düşünse de vazgeçip bence bildiği işi yaparak doğru olanı seçen bir yer. Meşhur menemencinin yeri Serasker Caddesi Pavlonya Sokak’ta, 18 metrekarelik küçük bir dükkan. (Dışarıya da istedikleri kadar masa atabiliyorlar.) Bu küçük dükkanda üç kişi (Talip Usta, Cemal Usta ve Umut) çalışıyor olmasına rağmen, Cumartesi ve Pazar sabahları yoğunluk yüzünden zorlandıkları oluyor.<br /><br />Bunun sebeplerinden biri, menemencinin hafta sonu çarşı iznine çıkan askerlerin arasında da meşhur olması; hatta fotoğrafçılar dükkana askerlere özel kampanyalarını anlatan ilanlarını bırakıyor. Bir diğer sebep de, Kadıköy’de çalışan herhangi biri buradan yemek sipariş ettiğinde menemenin görüntüsüne vurulan bir arkadaşının da görür görmez aynısından istemesi. Hatta bir keresinde siparişleri götüren Umut’un Taraf gazetesi çalışanları tarafından üst üste 3 kez yemek istendiği için yollarda mekik dokuduğuna şahit olmuştum. Buranın müdavimleri sadece askerler ve etrafta çalışanlar değil, dershane öğrencileri, tiyatro oyuncuları, bir kere menemeni tadıp tadını unutamayanlar... Talip Usta, askerken hafta sonları gelenlerin memleketlerine döndükten sonra da Fener maçı için Kadıköy’e her gelişlerinde menemen yemeden geçmediklerini anlatıyor.<br /><br /></span><div style="text-align: center;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjlULEx9pewks01j7iz5RKYB0gNdFj05B7wW5HsKtafoeVZ-1qW_yFxAVxxkxYIAVog5OEdBwswOBvzi-YEybSnDUkP5dqtZrdR6rbRXGkv_ISYwiku3snqtmuj9_r05CuEqFCcYtxZxZhM/s1600-h/simsek_menemen2.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 298px; height: 400px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjlULEx9pewks01j7iz5RKYB0gNdFj05B7wW5HsKtafoeVZ-1qW_yFxAVxxkxYIAVog5OEdBwswOBvzi-YEybSnDUkP5dqtZrdR6rbRXGkv_ISYwiku3snqtmuj9_r05CuEqFCcYtxZxZhM/s400/simsek_menemen2.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5349406401393890706" border="0" /></a><span style="font-style: italic; color: rgb(102, 51, 51);font-family:georgia;font-size:85%;" >Cemal Usta keyifle menemen yapıyor.<br /></span></div><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" ><br />Gelelim menemene... Geçen sefer yaptığım gibi bu sefer de yazmadan önce meşhur menemenciye uğradım. Hafta içi gittiğim için yoğunluk yoktu, sadece Umut gelen siparişleri götürüyordu. Bir porsiyon karışık menemen istedim. İlk başta menemenin servisinden bahsetmek istiyorum. Sırf estetik gözüksün diye sıcak menemeni soğuk tabağa koyup getiren yerleri asla sevmediğim için, meşhur menemencide küçük tavada menemenin önüme koyuluyor olması baştan yemeği keyifli kılıyor. Acılı mı acısız mı sorusuna cevabınıza göre hazırlanan menemen (ki acılı yiyecekseniz, acı sivri biberle yaptırmanızı tavsiye ederim), tat olarak şahane. Sizi bilmem ama kaşarlı ya da karışık istediyseniz menemeni yerken kaşarın çatalınızla beraber uzadığını görmek bence gayet hoş bir görüntü.<br /><br />Fiyatları 3,5 ile 5 lira arası değişen menemen sade, sucuklu, kaşarlı, kavurmalı ve karışık olabiliyor, eğer yanına patates isterseniz onun da çok yakıştığını söyleyebilirim. Hafta sonu sabahları giderseniz, dükkanın ağırlıkla askerler nedeniyle dolu olabileceğini göz önünde bulundurun. Bu yüzden küçük bir ihtimal de olsa Talip Usta, Cemal Usta ve Umut üçlüsünün bütün gayretlerine rağmen hafta sonu sabahları dışarıdaki masalarda yer bulamama ve patates kızartması isterseniz hafta içi günler yediğiniz kadar iyi kızarmış olmama ihtimaline karşı hazırlıklı olun.<br /></span>Onur Şenoğluhttp://www.blogger.com/profile/03946035106249884015noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-651673791205531716.post-20060579436325267002009-06-18T16:32:00.013+03:002009-09-11T13:34:46.657+03:00Kuru... Sadece kuru... Meşhur Hasanpaşa 'Kurufasülyecisi'<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi12jaVOFWpX5id0eXgVfxtpYTMWLDnpgQtH9CmF8M9NdzVOPgGpHTAGMvqD1YzZ3FKedX9CxAtC-ebMZy36kTXquJcz6IzWDmWNIGUH-VDrdowXzNa6Ig8M9aFguWIwh6ZbIZTQQIl1WQ/s1600-h/osmanyucel.jpg"><img style="margin: 0pt 10px 10px 0pt; float: left; cursor: pointer; width: 95px; height: 137px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi12jaVOFWpX5id0eXgVfxtpYTMWLDnpgQtH9CmF8M9NdzVOPgGpHTAGMvqD1YzZ3FKedX9CxAtC-ebMZy36kTXquJcz6IzWDmWNIGUH-VDrdowXzNa6Ig8M9aFguWIwh6ZbIZTQQIl1WQ/s200/osmanyucel.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5348662123777515570" border="0" /></a><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" >Daha yeni yedim, geldim, oturdum, yazıyorum. Sıcak sıcak. Lokantaların isimlerine “meşhur” gibi sıfatlar eklemelerinden hazzetmem. Bana hem eski otobüs firmaları arasındaki “hakiki, öz” benzeri sıfatlarla yapılan kayıkçı kavgasını andırır hem de böyle sallama “gelin burada yiyin, bizde yiyen binlerce insan yanılıyor olamaz” üslubu beni iter.<br /><br />Ama bu seferki beni lokantaya oturttu. Meşhur Hasanpaşa Kurufasülyecisi, o uzun Uzunçayır Caddesi üstünde, caddeye Söğütlüçeşme tarafından girdiğinizde İETT garajına gelmeden hemen önce görebileceğiniz bir mütevazı lokanta. Kadim esnaf lokantaları gibi “dar vitrin cephesi, uzunlamasına içeri doğru giden mekan” tarzında değil, aydınlık, altı masası bulunan küçük bir yer. “Kadim esnaf lokantası” dedim de, bilen bilir, Kadıköy’de Yanyalı Fehmi ve Çiya kadar olmasa da bilinen bir yer olan Güler Osmanlı Mutfağı’nın iki-üç bina yanında yer alıyor, bu esnaf lokantası görünümlü elit restoran üstünden de tarif etmiş olayım.<br /><br /><div style="text-align: center;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiofrPFbSH8HeDY621g-KrWncvotEQmUpW0WYCHTPqPtiY_poCJkN5C3rUme4BY9bMNY-QUsnQCFEGWCcsu554-S3UYcr5TUUL7YcdoLkS0tclTv-VRx6jYG9opn9VzdfufBJ1nZFalouk/s1600-h/hp_kuru2.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 298px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiofrPFbSH8HeDY621g-KrWncvotEQmUpW0WYCHTPqPtiY_poCJkN5C3rUme4BY9bMNY-QUsnQCFEGWCcsu554-S3UYcr5TUUL7YcdoLkS0tclTv-VRx6jYG9opn9VzdfufBJ1nZFalouk/s400/hp_kuru2.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5348664550645673394" border="0" /></a><span style="color: rgb(102, 51, 51);font-size:85%;" ><span style="font-style: italic;">Kameraya yandan yandan kesik atan arkadaş ve diğerleri servisleri hazırlıyor, karenin solundaki ağır abi patron ise misafiriyle sohbette.</span></span><br /></div><br />Kendi özgün ve hoş imlasıyla <span style="font-style: italic;">kurufasülyeci</span>miz, sahiden bir kuru fasulyeci. Mesela bugün gittiğimde kuru dışında sadece tas kebabı vardı menüde. Temel menü, kuru fasulye ve pilav. Yanına cacık ya da salata alabiliyorsunuz. O kadar. Ben de kuru söyledim tabii. İlk bakışta “Mutfağı burası” dedirtecek bir izlenim veren tezgah arkasından hemen bir kuru, bir pilav, bir de cacık geldi önüme. Kuru fasulye düğününün kamberi de soğandır ya, bir dilim soğanla biber turşusu da bir tabakta hemen geliyor. Bunu çok sevdim.<br /><br />Ben suyu çok kıvamlı olmayan ve rengi salça yüzünden iyice kırmızıya kesmemiş şekilde severim kuru fasulyeyi ve buranın kurusu da aynen öyle. İçinde ayıp olmasın minvalinde, temsilî miktarda et var. Tadı da güzel. Ancak benim önüme ılık bir fasulye geldi. Ha, önceki yazılarda genelde sonda söylediğim fiyat konusunu burada söyleyeyim: Kuru 4 lira. Pahalı. Mekan da, öyle otantik yemek mekanları olur ya, otururken yemeğin önünüze muhtemelen cafcaflı bir şekilde servis edileceğini ve bolca para bayılacağınızı bilirsiniz, işte öyle bir yer değil de alelade bir esnaf lokantası olduğu için, 4 lira gerçekten fazla. Ama adamlar 4 lira alınca sizin de kuruya bakışınız değişiyor, bu yemeğin sırrı nerede diye bir kaşık daha alıyorsunuz, ama maalesef öyle bir sır yok! Herhalde “dükkanı sırf kuruyla döndürüyoruz, kirası var, faturası var” demişler, kuruya fiyatı basmışlar. Fakat, bu paraya bu kuru? Cık, yaş iş. Güzel bir kuru, kötü fiyattan kaybediyor.<br /><br /><table align="center"><tbody><tr><td><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgpTDfmvG3nqua_XRUD-wHL32tlfIQa3vEGkiUDXCGkWakejw302tvyHPTUr3WBbTzMzVPr04A-NlfVMovNR2qs4LaTAFbVWWSYzUSOIA-ZotRqr5qAiOXA713SSKJeZmw-xe4WiNOLZSk/s1600-h/hp_kuru3.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 220px; height: 164px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgpTDfmvG3nqua_XRUD-wHL32tlfIQa3vEGkiUDXCGkWakejw302tvyHPTUr3WBbTzMzVPr04A-NlfVMovNR2qs4LaTAFbVWWSYzUSOIA-ZotRqr5qAiOXA713SSKJeZmw-xe4WiNOLZSk/s200/hp_kuru3.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5349361891989228482" border="0" /></a></td><td><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjaDyTQ-QhqBz_PozFkUOA7myvNWGQkXX-0O7SBInOqR8lvRHwGraVr2R16jGwu6QMdTz5ZSColCHGftOYL4jgHZZzq1SUbGRN-SZj8XJiZcm-RgC5SiEscMhp7e_MwWBNRXt6XYJAZacE/s1600-h/hp_kuru4.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 220px; height: 164px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjaDyTQ-QhqBz_PozFkUOA7myvNWGQkXX-0O7SBInOqR8lvRHwGraVr2R16jGwu6QMdTz5ZSColCHGftOYL4jgHZZzq1SUbGRN-SZj8XJiZcm-RgC5SiEscMhp7e_MwWBNRXt6XYJAZacE/s200/hp_kuru4.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5348666915415170914" border="0" /></a></td></tr><tr><td style="text-align: center; color: rgb(51, 0, 0);"><span style="font-style: italic; color: rgb(102, 51, 51);font-size:85%;" >Önce</span></td><td style="text-align: center; color: rgb(51, 0, 0);"><span style="font-style: italic; color: rgb(102, 51, 51);font-size:85%;" >Sonra</span></td></tr></tbody></table><div style="text-align: center;"><table style="text-align: center; margin-left: auto; margin-right: auto;" width="90%"><tbody><tr><td><span style="font-style: italic; color: rgb(102, 51, 51);font-size:85%;" >Fasulyeyi güzel yapıyorlar, görüldüğü gibi bulaşığa bile gerek bıraktırmayacak şekilde yiyorsunuz. Bir de porsiyonu 4 lira olmasaydı!..</span></td></tr></tbody></table></div><br />Pilavı 2,5 lira, güzelce bir pilav. İsterseniz az da söyleyebiliyorsunuz. Cacığı da 2,5 lira. Sarımsağı biraz daha fazla, üstündeki yağın da tadı daha belirgin olsa (örneğin sızma zeytinyağı olsa) daha hoş olurdu, ama kıvamlı olması güzel. Yine de tüm bunlara toplam 9 lira vereceğiniz için, <span style="font-style: italic;">kurufasülyeci</span>mizden içiniz buruk ayrılıyorsunuz. Cebiniz boş da ayrılabilirsiniz!<br /><br />Hatta bu yazıyı, oldu da denk geldiniz, orada zaten yedikten sonra okuyorsanız, lokantaya ilk oturduğunuzda kuru fasulyenin pahalı olduğunu sezdiğinizi geçiriyor olabilirsiniz içinizden. Ben ilk gittiğimde cebimde sadece 6 lira vardı, sırf kuru söyledim, pilav yemedim; iyi ki de öyle yapmışım, ayaküstü rezil olacaktım. Oysa Kadıköy’deki herhangi bir esnaf lokantasına girdiğinizde bu paraya rahatlıkla kuru artı pilav yersiniz.<br /><br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgYUnB4RDuSXh2dP4gZin6R5UwwvAYp8HZRi4wRma8UKq3I6Saj7xSL4oT9xzjAhSptFzxStGu4zN38C5N8WsggJX67S2Y2ACUvXBADiejiKiVuN8ZhnlKirAeZSrtdvtFUpGNUXdYoJMA/s1600-h/hp_kuru1.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 298px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgYUnB4RDuSXh2dP4gZin6R5UwwvAYp8HZRi4wRma8UKq3I6Saj7xSL4oT9xzjAhSptFzxStGu4zN38C5N8WsggJX67S2Y2ACUvXBADiejiKiVuN8ZhnlKirAeZSrtdvtFUpGNUXdYoJMA/s400/hp_kuru1.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5348669588468809138" border="0" /></a><br />Uzunçayır Caddesi benim açımdan öyle yolumun üstü bir yer değil. O nedenle <span style="font-style: italic;">meşhur kurufasülyeci</span>mizin ne kadar zamandır orada olduğunu ve fiyatlarının sonradan artıp artmadığını bilemiyorum. Ama adliyenin bir kısmının o bölgeye taşınmış olması, Salı Pazarı’na gitmeye alışık hanım ablalarımızın artık bu bölgeden geçiyor olması ve cadde üzerine şu butik üniversitelerden açılıp da cicili bicili öğrencilerin güzergahına yerleşmesi fiyatları etkilemiş olabilir. Emin değilim tabii, yalan olmasın. Lokantaya gelenler arasında, bölge esnafı dışında, adliyeye, hastaneye işi düşenlerin ve Salı Pazarı’na ekonomik gerekçelerle değil de dışarı çıkıp hava almak için gidenlerin olması bende bu izlenimi uyandırdı.<br /><br />Canınız özellikle kuru çektiğinde, cebiniz de o gün uygunsa, <span style="font-style: italic;">kurufasülyeci</span>mize uğrayın. Fasulyenin sıcak olup olmadığını sorarsanız oturmadan önce, memnun kalırsınız bence. Kuru, pilav, cacık ve tabiri caizse kuver (ama ikram cinsinden) diyebileceğimiz soğan ve minik acı biberlerle güzel bir kuru sofrasından tok ve memnun kalkarsınız. Lokantanın temiz bir yer olduğunu da mutlaka belirteyim. Bu konuda insanın içini rahat hissettirecek bir lokanta.</span>Osman Yücel Demirsoyhttp://www.blogger.com/profile/02416666748544892633noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-651673791205531716.post-75430140977795268942009-06-16T16:28:00.025+03:002010-07-12T16:03:04.868+03:00Halil Lahmacun olsun ama limonsuz olsun<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjrBFSWvztCgTOJFVppLJ20mvgyExZPNFpDjceE2BzDxwNWR_wnjfkbM_fq4NXg8p7p-mp54N1yF-lkVBMIj3aU_uRkokygwod5y_wyXA2e9qWvoz9__W1ksfVrwv1omPa_jILzPsCyO7M/s1600-h/osmanyucel.jpg"><img style="margin: 0pt 10px 10px 0pt; float: left; cursor: pointer; width: 95px; height: 137px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjrBFSWvztCgTOJFVppLJ20mvgyExZPNFpDjceE2BzDxwNWR_wnjfkbM_fq4NXg8p7p-mp54N1yF-lkVBMIj3aU_uRkokygwod5y_wyXA2e9qWvoz9__W1ksfVrwv1omPa_jILzPsCyO7M/s200/osmanyucel.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5347917084633502866" border="0" /></a><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" >Hafiften bir efsane haline gelmiş bir yer hakkında yazmak çok da kolay bir şey değil. Kadıköy Çarşı içindeki Halil Lahmacun da sahiden ufak çaplı bir efsanedir. Böyle olmasının iki nedeni olsa gerek: Birincisi, lahmacunu kendine lahmacuncu diyen pek çok yerden farklı ve her bir lahmacununda aynı istikrarı gösteriyor. İkincisi de, “Bir hayli ünlü olduk, işler de iyi, şurayı büyütüp kebap işine de girelim” müteşebbis ruhuna tenezzül etmeyip yıllardır ısrarla aynı küçük yerindeki aynı fırınında lahmacun ve peynirli pidesini yapıyor.<br /><br />Halil Lahmacun, tarihî diye tanımlanacak kadar eski bir yer değil, 1980’de açmış kepenkleri, ama bu arada fazlasıyla meşhur oldu. Benim bildiğim, sadece Kadıköy’de değil, iki yakasıyla da tüm İstanbul’da tanınan bir yer. Kadıköy’e arada bir iş güç için yolu düşen karşı yaka insanları da bilir ve ziyaret ederler Halil Lahmacun’u.<br /><br /></span><div style="text-align: center;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhQHMf-n6ZWbLbPoivP1MHjBVNVGtieLVxaAwBflbPcPIhVUewmE89xsz5QP0gHcdpfeaJ2uKc8067n3tYcXuINNAxVX3oJyhcWvGg4ZCth-Kt7X7-TevNhDaWJ3z8JtKm6n_P5SeS65WE/s1600-h/halil1.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 298px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhQHMf-n6ZWbLbPoivP1MHjBVNVGtieLVxaAwBflbPcPIhVUewmE89xsz5QP0gHcdpfeaJ2uKc8067n3tYcXuINNAxVX3oJyhcWvGg4ZCth-Kt7X7-TevNhDaWJ3z8JtKm6n_P5SeS65WE/s400/halil1.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5347951545013407106" border="0" /></a><span style="color: rgb(102, 51, 51);font-size:85%;" ><span style="font-style: italic;font-family:georgia;" >Az soğanlı, yağsız etli ve az maydanozlu çıtır çıtır lahmacun Halil'in alametifarikası</span></span><br /></div><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" ><br />Küçük mekan ve sadece lahmacun ile peynirli pide pişen fırın, ilk başta “lahmacun fırını” olarak kurulup, mekana masa-sandalye atma işine sonradan girildiği gibi bir izlenim veriyor. (Bir ara not düşeyim: Özel isteyince yumurtalı kıymalı pide de yapıyorlarmış diye duydum, ama ben hiç yemedim, yiyeni de görmedim. Nasıldır bilmem, o yüzden.) İki katlı mekanın giriş katında fırın ve duvarla ön cephedeki pencereye monte rafların önüne dizili üç-beş tabure var sadece. Üst katta da altı masa. Havalar ısındığında da dükkan önüne iki-üç masa atıyorlar.<br /><br />Halil Lahmacun’un lahmacununu farklı kılan nedir? Harcında soğan azdır, eti yağsızdır ve harcı yeşilimsi bir renk alıncaya dek maydanozla doldurulmaz. Ve elbette, lahmacun fırından çıtır çıtır çıkar.<br /><br />Halbuki diğer pek çok lahmacuncuda, sanki ıslatılmış gibi yumuşak olan bir hamurun üstüne sürülmüş “soğan-maydanoz-yağ” kıymasını lahmacun diye yersiniz. Dürümü elinizde dik tutmanız imkânsızdır, çünkü sürekli sarkıp durur. Yedikten sonra ağzınızda donmuş yağ tortusu kalır. Kısacası, bunları lahmacun diye yemek için gözlerinizi kapamanız, hızla mideye indirmeniz, sonra da midenizi rahatlatacak bir şeyler içmeniz gerekir. Eti zaten kötü olanları hiç saymıyorum bile.</span><br /><br /><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" >İşte Halil Lahmacun, Kadıköylülerin bu talihsiz lahmacun kaderini değiştirdiği için farklıdır. (Tamam, biraz abartılı bir cümle oldu, ama lahmacunun farkı başka nasıl anlatılır ki?) Ama tabii, adamların etkisi sınırlı, hâlâ Borsam ve Hacıoğlu gibi “lahmacun zincirleri”nin masalarında oturup da o <span style="font-style: italic;">lahmacunumsu</span> şeyi yiyen insanları görünce bunu anlıyorsunuz.<br /><br /><table align="center"><tbody><tr><td><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjhSqgB18qjo1NN3QdcyadUVfbNqdIHRnKmEZm0a9yDLvcAyYgEbBtjYoQ0DO9LvI_ub4IxJ8Ko4n96dVe-dkICkWB3e7-mlDCD8eQI7fseYryuQq7bOV9j0wXfXHwW9IcxFJfDy7vnf5k/s1600-h/hacioglu.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; cursor: pointer; width: 220px; height: 164px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjhSqgB18qjo1NN3QdcyadUVfbNqdIHRnKmEZm0a9yDLvcAyYgEbBtjYoQ0DO9LvI_ub4IxJ8Ko4n96dVe-dkICkWB3e7-mlDCD8eQI7fseYryuQq7bOV9j0wXfXHwW9IcxFJfDy7vnf5k/s200/hacioglu.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5347952400531619874" border="0" /></a></td><td><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhuAHFx0PFunCzRkRgUNUWHNiggyHdhyphenhyphen7cgNop-jPc7L_xIZkwBGu3ZTh-wPgHTDN3i78U_njdWp6ROJGezfdoWt3w9BD0rQ5BOFbp0UPatYC89lWZZ6Ox0JmjkcLx_1Xg8TOhgLg-6lIY/s1600-h/borsam.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 220px; height: 164px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhuAHFx0PFunCzRkRgUNUWHNiggyHdhyphenhyphen7cgNop-jPc7L_xIZkwBGu3ZTh-wPgHTDN3i78U_njdWp6ROJGezfdoWt3w9BD0rQ5BOFbp0UPatYC89lWZZ6Ox0JmjkcLx_1Xg8TOhgLg-6lIY/s200/borsam.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5349365465457514530" border="0" /></a></td></tr></tbody></table><div style="text-align: center;"><table style="text-align: center; margin-left: auto; margin-right: auto;" width="90%"><tbody><tr><td><span style="font-style: italic; color: rgb(102, 51, 51);font-size:85%;" > "Lahmacun şirketi zincirleri" </span><span style="font-style: italic; color: rgb(102, 51, 51);font-size:85%;" align="center" >Hacıoğlu ve Borsam. Hacıoğlu'nun "lahmacunumsu" yiyeceği 1,45 lira. Tezgahında da bir McDonald's havası var ki, dersiniz "Turkish pizza" hut! Ucuza çalışan gençlerin tepesinde fast-food şirketleri tarzında bir demir yumruk var. Oraya giderseniz, mutfağı görmek isteyin, kesin yemezsiniz! Borsam'ın lahmacunu da, Halil'den yedikten sonra ancak "lahmacunumsu" diye tanımlanabilir.</span></td></tr></tbody></table></div><br />Halil Lahmacun’un peynirli pidesi de çok güzeldir. Yani öyle “N’olcak, peynirli pide işte” deyip geçmeyin, fırsat bulursanız yiyin. Ama söylemek gerekir ki, peynirli pideyi eskiden daha güzel yapıyorlardı. Peyniri mi değiştirdiler, malzemeyi mi azalttılar, tam bilemiyorum, ama bir sorun olduğu kesin.<br /><br />Halil Lahmacun’un, küçük fırınını ve lahmacun harcını ısrarla koruması, <span style="font-style: italic;">egemen lahmacun kültürü</span>ne aynı şekilde kafa tutmaya devam ettiği anlamına gelmiyor ama. Lahmacuna limon sıkma denen şu illeti başımıza kim sardıysa artık, bir-iki neslin lahmacun keyfine limon sıkan şu adamı biri bulup cezalandırmalı. İşte Halil Lahmacun, aslında, lahmacunun limon sıkmadan yendiği gerçeğini ilk gösterenlerden olmasına karşın, mahallenin limon baskısına boyun eğmiştir maalesef! Şöyle ki, Halil’de o çıtır çıtır lahmacun önünüze geldiğinde, keyfinize göre acısını o güzel (ve Halil’e özel) isotla, hafif ekşiliği de sumakla verirsiniz. Daha doğrusu, verirdiniz. Lahmacunun yanına küt diye limon dilimi konmazdı. Hatta eve paket yaptırdığınızda da paketinizin içine bir tutam isotla sumak da konurdu. Ama şimdi, oturun Halil Lahmacun’a, önünüze hemen limonla maydanoz geliyor! Olacak iş değil! Tek tesellim, lahmacun yanına soğan-domates işine girmemiş olmalarıdır, ama gidişat hayırlı değil, bir gün oturduğumda onları da görürsem, <span style="font-style: italic;">ağlayarak uzaklaşırım</span> oradan!<br /><br />“Sana ne kardeşim, sen limonsuz ye, isteyen de limonlu yesin” demeyin sakın. Bir yerin de bir tarzı olsun, o tarzı kalsın, limonlu isteyen gitsin başka yerde yesin! Bu “renkler ve zevkler tartışılmaz” saçmalığıyla, zevkin de üretilen ve pazarlanan bir şey olduğunun üstünün örtülmesinden sıkıldım. Halil Lahmacun, az yağlı ve az soğanlı lahmacun yapar, özel isotuyla sumağı da o lahmacunun alametifarikasıdır. Yanına limonu koydunuz mu, ömür billah lahmacunun limon sıkılarak yendiğini sanan adam (ki çoğu kişi de öyledir), sumağın suratına bile bakmaz. E, o halde nerede kaldı Halil Lahmacun?<br /><br /></span><div style="text-align: center;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj-kQQVDn_oPoQ_XhlAWo4M6F8KGlEwKmxUflYmJC0J3RnfWxXCt5fIxbuRiPe95fpnBnxKN4FlO80rc0VFrXc2O_DIgH_yWS98am7cEed80kT0AQcm7EhSI1lfGHRRBwID6JLy7AA40SI/s1600-h/halil2.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 298px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj-kQQVDn_oPoQ_XhlAWo4M6F8KGlEwKmxUflYmJC0J3RnfWxXCt5fIxbuRiPe95fpnBnxKN4FlO80rc0VFrXc2O_DIgH_yWS98am7cEed80kT0AQcm7EhSI1lfGHRRBwID6JLy7AA40SI/s400/halil2.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5347963716791820066" border="0" /></a><span style="font-size:85%;"><span style="color: rgb(102, 51, 51); font-style: italic;font-family:georgia;" >Ustam, elinize sağlık, her şey iyi güzel de (ki eskiden daha güzeldi) bari siz patrona bastırın da lahmacunun yanından şu limonu kaldırsın, Halil'de yine isot ve sumak güzellemesi yapılsın.</span><br /></span></div><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" ><br />Halil’de lahmacunu acılı da söyleyebilirsiniz, benim şahsî keyfim lahmacunun acısız söylenmesi yönünde. Acıyı çok severim, ama acılı harçla fırına atılmış lahmacunda, acıyı veren biberler yanar ve lahmacunun tadı o kadar güzel olmaz. Pişmiş lahmacuna sonradan isotla acı kattığınızda ise daha güzel olur, lahmacunun tadını da, acının tadını da alırsınız.<br /><br />Halil’in fiyatları son dönemde fazla arttı. Lahmacun 2,25 lira. Peynirli pide de aynı. Yanına içmek için kola 2 TL, şalgam 2 TL, ayran da 1,5 TL. Ayranı kapalı. E, ikiden az lahmacunla da kimse doymayacağına göre, 6 ila 6,75 lira arası ödeyeceğiz demektir. Ha, ortalıkta 1,5 liraya da lahmacun bulur, yersiniz, “Turkish pizza zincirleri”nde de daha ucuza yersiniz, ama o yediğiniz lahmacun mudur, o ayrı! Üç lahmacun yiyecekseniz, tavsiyem, üçüncüyü başta sipariş etmeyin, ikinci lahmacununuza geçerken söyleyin. Çıtır çıtır ve sıcak sıcak yemek için en iyi yoldur. Zaten Halil’de siparişler gayet hızlı geliyor. Ustalar –elleri dert görmesin– çok yoğun bile olsalar, kimseyi çileden çıkartacak kadar çok bekletmiyorlar.<br /><br />Bir de, aman ha, limon sıkmayın. Paket yaptırdığınızda da isot ve sumağı özellikle isteyin. Ah bir de şu limonu kaldırsalar... Neyse, bunu uzatmayayım, sinirim bozuluyor, lafımı tekrar edeceğim yoksa.<br /><br /><span style="font-style: italic;">Not: Halil’de kendi ürettikleri biber salçası ile isot da ayrıca satılıyor. Salça 6,5 TL, isot 4,5 TL. Aklınızda olsun...</span><br /></span><p></p>Osman Yücel Demirsoyhttp://www.blogger.com/profile/02416666748544892633noreply@blogger.com7tag:blogger.com,1999:blog-651673791205531716.post-42540008527066569202009-06-10T11:53:00.003+03:002010-07-12T16:05:32.657+03:00İtirazım var: Marmara Et Lokantası<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEimRJvvg0nH-PC76qGHwHgy9OhsR5P3H6qyzH6tTyE44UfPOhN25aElaZj2RZaOKziR4SmukLyLRX9_MyrAMfu73gNfzpKrrJf0a2k7nfSsGUxAZaEFYpgmveQJkwoaiJLiiE_0FG2VHWY/s1600-h/osmanyucel.jpg"><img style="margin: 0pt 10px 10px 0pt; float: left; cursor: pointer; width: 95px; height: 137px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEimRJvvg0nH-PC76qGHwHgy9OhsR5P3H6qyzH6tTyE44UfPOhN25aElaZj2RZaOKziR4SmukLyLRX9_MyrAMfu73gNfzpKrrJf0a2k7nfSsGUxAZaEFYpgmveQJkwoaiJLiiE_0FG2VHWY/s200/osmanyucel.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5343170433357407442" border="0" /></a><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" ><span style="color: rgb(102, 51, 0); font-weight: bold; font-style: italic;">HUYSUZ GURME YAZILARI - 1</span><br /><br />Onur, sağ olsun, yemeye zaten üşenmez de, yazmaya da üşenmemiş, Kadıköy’ün eskilerinden <a href="http://kadikoygurme.blogspot.com/2009/06/marmara-et-lokantas.html">Marmara Et Lokantası’nı afiyetle yazmış</a>. Yazdıklarına katılırım. Ama bazı eksikler gördüm, ben de biraz cadılık yapayım dedim. Merak etme Onur, Marmara’daki şefimiz bu blogu keşfederse, kötü olanı ben yazdım derim!<br /><br />Benim, naçizane, esnaf lokantalarının iyisini kötüsünü seçmek için iki kriterim vardır. Birincisi yağ, diğeri de salça. Ha, “bu da <span style="font-style: italic;">senin</span> kriterin mi, bunu herkes bilir” derseniz, işte onları anlamak için de iki yemeğe bakarım. Yağ için patlıcanlı yemeklere, salça için de (aslında hepsine bakabilirsiniz ama) kuru fasulyeyle nohuta. Canım nohut çektiğinde Marmara’da yerim, çünkü hem yemeklerine özen gösterdiğini bilirim, hem de nohutu iyi pişer. Ama salçası için o kadar da hayırlı konuşamayacağım. Gerçi, bazı esnaf lokantalarında gözlemleyebileceğiniz “aynı sıcak salçalı suyu, suyu azalmış bütün yemeklere azar azar dökmek” uygulamasına ben Marmara’da hiç denk gelmedim, ki bu iyi bir şey. Ama salçası belki çok yoğun olduğu (nohutun suyu neredeyse kan kırmızısı geliyor), belki de o kadar iyi olmadığı için, yedikten bir müddet sonra midemi yakıyor. Bunun önünü, nohutun yanında bir pilav ve bir cacık yiyerek rahatlıkla alabilirsiniz. Hem, cacığı da gayet güzeldir; az sulu, kıvamlı bir cacık klasiğidir.<br /><br />Patlıcanlı yemekler ise zor yemeklerdir. Bazen patlıcandan kaynaklı bazen de yemeği yapandan kaynaklı olarak, bir felaketle karşılaşabilirsiniz. Patlıcanlı yemeklerde, eğer güzel yağ kullanmamışsanız, kendisini hemen gösterir. Yağınızın kötülüğünü saklamanız neredeyse imkansız hale gelir. Musakkada, karnıyarıkta, hatta türlüde, yağ adeta yemeğin üstüne çıkar, tabakta kendi bağımsızlığını ilan eder. Yersen. İşte, maalesef, Marmara bu açıdan iç açıcı değildir. Orada karnıyarık da yedim, musakka da, türlü de. Sonra da üç sodayı peş peşe içtiğimi bilirim. Gerçi Onur’a da bir şey diyemem bu yüzden, çünkü nikotin içerdiği için patlıcan yemez. (Evet, garip geliyor belki ama patlıcan gerçekten nikotin içerir.) Benimse nikotinle aram gayet iyi olduğu, hatta yaklaşmakta olan “genişletilmiş sigara yasağı” uygulamasına karşı beraber oturup dertleşecek bir dostluğumuz olduğu için, patlıcanla da böyle bir gerilim yaşamam.<br /><br /></span><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhwVZ-BRCCkgQQ4vpbyU11NvWJ1z6T_aUE9aewE42F0tnePBlVlP24LXrqOhNm5g2IUTzwhrN9JASeCNqo5sJH42UnnjNmhCI7EMQBf8Z9-nTmc18GDqnc70XthHr4WnJYL7S_FixJ3NXY/s1600-h/marmaraet1.jpg"><img style="margin: 0pt 0pt 10px 10px; float: right; cursor: pointer; width: 200px; height: 149px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhwVZ-BRCCkgQQ4vpbyU11NvWJ1z6T_aUE9aewE42F0tnePBlVlP24LXrqOhNm5g2IUTzwhrN9JASeCNqo5sJH42UnnjNmhCI7EMQBf8Z9-nTmc18GDqnc70XthHr4WnJYL7S_FixJ3NXY/s200/marmaraet1.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5343473805061897522" border="0" /></a><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" >Bir de, pilava, tatlılara ve yazlık yemeklere değinmeli. Bence Marmara’nın pilavından övgüyle bahsetmemek haksızlık olur. Sahiden güzel yapıyorlar. “Pilavcı” diye ortalıkta mantar gibi biten yerler gidip ders almalı. Mutlaka yiyin.<br /><br />Tatlılardan, Marmara’nın fırın sütlacı zaten ünlü. Oraya sadece sütlaç yemeye gelenleri görmüşlüğüm vardır. Sütlaca çok düşkün değilimdir, ama Marmara’nın sütlacının özellikle bu yaz sıcağında serin serin çok güzel gideceğini söyleyeyim. Uygun fiyatı da cabası. Geriye kaldı kadayıf ile Kemalpaşa tatlısı. Kadayıfı kötü. Gerçekten de sadece bu kelime açıklar. Kuru ve şerbeti üzerinde yama gibi duruyor. Yemenize sebep olabilecek tek şey, kan şekerinizi ucuza dengede tutma isteği olabilir. Memleketin ideolojik takışma performanslarına malzeme olmuş nadide tatlısı Kemalpaşa ise benim favorim değildir pek. Üç kuruşa ahmak kutuplaşmaların yaşandığı memleketimin kutuplarından birinde yer almayı da, hele hele düşkün olmadığım bir tatlı için, istemediğimden yemedim. Yemiş olan yazarsa biz de öğreniriz.<br /><br />E, yaz geldi, zeytinyağlılarla kızartmalardan bahsetmezsen ayıp olur. Hele, Marmara’nın hem ucuz hem de güzel zeytinyağlı taze fasulyesinden bahsetmek farzdır. Üzerine biraz pul biber serpip afiyetle yiyin. Hemen vitrininin önündeki buzdolabında da yeterince bekleyip soğumuşsa hele, mis mis. Patates, biber, patlıcan ve kabaktan müteşekkil kızartmasını da yoğurdunu koydurup deneyin mutlaka. Yaz geldiğini anlıyorsunuz onu yiyince. (“Biraz önce yağ-patlıcan denklemi kurdun, vurdukça vurdun, şimdi ne diyorsun?!” diye kızsanız, haksız sayılmazsınız. Ama birincisi, patlıcanının oranını az tutuyorlar; ikincisi de, diğer yemeklere nazaran biraz daha pahalı olan kızartmaya özel muamele gösteriyor olabilirler.)<br /></span>Osman Yücel Demirsoyhttp://www.blogger.com/profile/02416666748544892633noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-651673791205531716.post-20973928230243231432009-06-09T13:42:00.002+03:002009-07-08T17:38:35.127+03:00Rıhtım Caddesi'nde iyi bir seyyar "lokanta": Şafak<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjNO8plG7GpLRE7v9YyCBAkiTp4Adlsp8fr12oGiSuwNYlsTXOj2acARVYKjlQCGTk-NIAJ5hCuUqDyjfrj4OAouMzg77gekN57SwwxiXHNKS6QwIfFr5Esj-aQSc6JW2uoIrTHavPn1m4/s1600-h/osmanyucel.jpg"><img style="margin: 0pt 10px 10px 0pt; float: left; cursor: pointer; width: 95px; height: 137px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjNO8plG7GpLRE7v9YyCBAkiTp4Adlsp8fr12oGiSuwNYlsTXOj2acARVYKjlQCGTk-NIAJ5hCuUqDyjfrj4OAouMzg77gekN57SwwxiXHNKS6QwIfFr5Esj-aQSc6JW2uoIrTHavPn1m4/s200/osmanyucel.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5343167694220325698" border="0" /></a><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" >Hava kararıp da saat de geceye doğru yol alınca Rıhtım Caddesi üzerindeki kaldırımlar, bilirsiniz, adeta seyyar lokantaya döner. Yarım ekmek arası karışıkçılar, pilavcılar, mangal tezgahları… Bilhassa gececiler için beslenme caddesi. Bunlardan hangisinde yemek keyfinize göredir, bilmem, ama benim için esas olan mangal tezgahlarıdır. Caddenin Haydarpaşa’ya giden yönünde, Murat Muhallebi’yi hemen geçtiğinizde çıkacağınız kaldırımda tezgah açan Şafak da bunların başında geliyor.<br /><br />O küçük arabalara onca kuzu şişi, ciğeri ve bilumum sakatatı, köfteyi, bir de üstüne domatesidir, biberidir, yeşilliğidir derken bir dolu malzemeyi nasıl sığıştırıyorlar acaba? Neyse, bu mühendislik harikası dizaynın ayrıntılarını o saatte görmeniz pek mümkün değil tabii. Aynı şey, eğer hijyen takıntılıysanız, bu takıntınızı tatmin etmeniz için de geçerli. Ama, markalı restoranların kapalı kapılar ardındaki mutfaklarında dönen merdiven altı tezgahlarını iyi-kötü biliyor ve ne olduğu belli olmayan “et”in ambalajına marka basılınca dana etine dönüşmediği gibi basit bir bilgiye sahipseniz, üstüne de şöyle biraz dikkatli bir bakışla etin tazeliğini ayırt edebiliyorsanız fazla sorun yaşamazsınız.<br /><br /></span><div style="text-align: center;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEizfqqrFn-Cl4G_m4fCcabAPOr-D1pNcvKdAjjbJbLSjyE0D-Puizfld4TzvjprTWFyY75_BRfO_AawtMm6v9pu68l0Sn5f28D_orYs5xAVAxCq_aO5J92xAytNo52qj2L90dJEzmjS6Hg/s1600-h/safaktezgah2.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 298px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEizfqqrFn-Cl4G_m4fCcabAPOr-D1pNcvKdAjjbJbLSjyE0D-Puizfld4TzvjprTWFyY75_BRfO_AawtMm6v9pu68l0Sn5f28D_orYs5xAVAxCq_aO5J92xAytNo52qj2L90dJEzmjS6Hg/s400/safaktezgah2.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5343473122709317394" border="0" /></a><span style="font-style: italic; color: rgb(102, 51, 51);font-family:georgia;font-size:85%;" >Şafak, gece saat 10'a doğru caddeye çıkıyor.</span><br /></div><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" ><br />Gelelim bizim Şafak’a… Gece saat 10’a doğru sokak arasından hızlı bir çıkartma yapıp cadde üstüne yerleşen mangal tezgahımızın etleri iştah açıcıdır. Geç saate kadar daha yukarıda, sokak içindeki bir dükkanda etlerini buzdolabında tuttuğu için etleri tazeliğini korur. Bir seferinde, herhalde henüz erken olduğundan olsa gerek, cadde üstüne henüz çıkmamıştı da, sokak arasına daldığımda buldum karnımı doyuracağım tezgahı. Siparişimi verip beklemeye başladım. O arada, benim gibi birkaç kişi daha geldi. Hep beraber etlerin pişmesini beklerken, cadde üstünde zabıta için erketeye yatmış olan keşif kuvvetlerinden gelen bir telefonla, apar topar yola çıktık. Önümüzde mangalında pişmekte olan etlerin dumanıyla lokomotif görüntüsü veren tezgah arabası, arkada biz, 8-10 kişi, ufaktan bir yürüyüşün ardından caddeye çıktık. Siparişimi verdiğim yerle aldığım yer arasında 50 metreden fazla fark vardı.<br /><br />Benim Şafak’taki favorim ekmek arası yürek. Yürek çok fazla talep edilen bir yiyecek değildir, bilirim, ondan kaynaklı fazla bekleme ihtimali hep vardır, ama Şafak’ın mangal gibi yüreği olan müşterisi bol olduğu için böyle bir sıkıntı yok. En azından ben şimdiye kadar bayatını yemedim.<br /><br /></span><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgxekF5lCYfnCXLzbiNB_Yr90mqQbOW0Uy53tLtk8m1Dv6o2HaWkeUMtHSzrLKZ1nu_HUE3P6eoPR1Evd8r7vGU9RXflrBVjh4eH1pKEFhce0nR-qxqhgX8-JxxDDO2epYs6zULMzm0yj8/s1600-h/safaktezgah1.jpg"><img style="margin: 0pt 0pt 10px 10px; float: right; cursor: pointer; width: 320px; height: 238px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgxekF5lCYfnCXLzbiNB_Yr90mqQbOW0Uy53tLtk8m1Dv6o2HaWkeUMtHSzrLKZ1nu_HUE3P6eoPR1Evd8r7vGU9RXflrBVjh4eH1pKEFhce0nR-qxqhgX8-JxxDDO2epYs6zULMzm0yj8/s320/safaktezgah1.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5343473278686971762" border="0" /></a><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" >Şafak’ın en güzel yönü – ki aslında o caddedeki seyyarların hemen hepsinde geçerlidir bu – ekmeğe değil, malzemeye yüklenmesi, bu nedenle de yarım ekmekle tıka basa doymanızdır. Üstüne üstlük gayet de lezzetli bir yemekle. İster benim gibi yürek yiyin, ister şiş ya da başka bir şey, zavallı yarım ekmeğin kaldıramayacağı kadar fazla et doldurulur. Hani şaşaalı vitrinleri olan büfe ve sandviççilerde, sandviç malzemesi ekmeğin dışına taşar da, iki ısırık alınca malzemenin zaten ekmeğin ucuna doğru, dışarı taşacak şekilde yerleştirildiğini görürsünüz ya, burada öyle bir şey yok. Sahiden dolduruyor adamlar, hem de gözünüzün önünde. Üstüne de keyfinize göre, baharat, domates, yeşil biber (ki isterseniz, etinizle birlikte mangala atıyorlar, daha lezzetli oluyor), yeşillik ve soğan. Ha, bir de süs biberi turşusu var, o da acıcıların nimeti.<br /><br />Köftesi, pek çok böylesi tezgahta görebileceğiniz köftelerden farklı değil. Yani çiğken gördüğünüz köfteyle pişmiş köftenin boyutları yarı yarıya farklı! Tadında da öyle ahım şahım bir şey yok. Ama şişi güzel. Benim orada yeme sebebim olan yüreğin dışında, ciğer ve böbrek de güzel sakatatları arasında.<br /><br />Tabii, buranın esprisi, güzel olmasından ziyade bol olması üzerine kurulu. Ben ekmeğin içini çıkarttırırım yarım ekmek yediğimde, ona rağmen ekmeğin içi tıklım tıklım dolu oluyor. Bir de tuz attırmam, baharat yeterince karşılıyor tadını zaten. Sağ olsun, yürekçi abimiz de her seferinde “Tansiyon mu abi?” diye sorar. O saatte bu soru, insanın gururunu kıran ve karşılığında açıklama yapma gereği hissettiren bir sorudur. Başlarsın anlatmaya.<br /><br />Oradaki pek çok tezgah gibi mangalcımızdan karnını doyuranları şu şekilde sıralayabiliriz: Kadıköy’ün içinde bir yerlerde içmiş olup karnını doyurmayı buraya bırakmış olanlar, rakısını yumruk mezesi dışında bir mezeyle içmeye parası olmayıp karın kazınmasını burada geçirenler, müdavim taksiciler, etrafta bolca bulunan otobüs şirketleriyle yola çıkmaya hazırlananlar ve Yeldeğirmeni civarında oturan üniversite öğrencileri. Orada siparişinizi verirken, öğrenciler dışında hemen hepsiyle ayak üstü bir sohbet tutturmanız veya zaten mayalanmış olan sohbete dalmanız mümkün. Öğrenciler daha çok kendi sosyal gettolarının muhabbet üslubuna odaklı olduklarından, genellikle “bir an önce siparişimi alayım da gideyim” tedirginliğinde oluyorlar. Ya da muhabbet etseler bile “Bak, nasıl da halkın arasına karışıp çok sıradan insanlarla sohbet ediyorum” burnu büyüklüğünün kekremsi tadını ağzınıza boca ettiklerinden, pek çekilmez oluyorlar. Yani bu tezgahta öğrenci muhabbetini tavsiye etmem!<br /><br /></span><div style="text-align: center;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhg3bhnZ0T19aazzyx_38Id20-nCyi_2hV34IobikdP41vQEjYjPp5kaXzF_zy3ogONBTzFMrTziR3jm5CVfWIO1A08rD8pgC5uE40hPBKKdUBqhm6ubFN5l3K_GNFJBiEhFb-BglrubZw/s1600-h/safaktezgah3.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 298px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhg3bhnZ0T19aazzyx_38Id20-nCyi_2hV34IobikdP41vQEjYjPp5kaXzF_zy3ogONBTzFMrTziR3jm5CVfWIO1A08rD8pgC5uE40hPBKKdUBqhm6ubFN5l3K_GNFJBiEhFb-BglrubZw/s400/safaktezgah3.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5343473583249687682" border="0" /></a><span style="color: rgb(102, 51, 51);font-size:85%;" ><span style="font-style: italic;font-family:georgia;" >Parası mezeye yetmeyen akşamcılar, yolcular, taksiciler, öğrenciler Şafak'ın besledikleri arasında</span></span>.<br /></div><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" ><br />Tezgahta kapalı ayran da var. Bende açıkta olduğu için sıcak olacağı gibi bir önyargı olduğundan, oradan almıyorum. Hemen sokağın içerisinde tekeller var, ayrandır, koladır, oradan alabilirsiniz.<br /><br />Böyle bir yerden yemenin iyi olup olmadığını (geç saatte yiyeceğiniz ve muhtemelen en fazla bir saat içinde yatağınızda olacağınız için) gecenin ilerleyen saatlerinde anlamak mümkün. Gece mide kavrulmasıyla ve “Su! Su!” nidalarıyla uyanıyorsanız, ya ayvayı yediniz, ya da o kadar soğan koydurmayacaktınız! İşte, Şafak’ın iyi yönü, bu tip bir şikayeti fazla yaşamayacak olmanız. Ama ben yine de, ne olur ne olmaz diye, birincisi, ekmeğin içini çıkarttırmanızı, ikincisi (eğer saat çok geçse) soğansız yemenizi ve son olarak da ya kolayla yemenizi ya da sonrasında soda içmenizi tavsiye ederim. Gerisini siz bilirsiniz.<br /><br />Gelelim bu işin günahına: Yarım ekmekler 3,5 lira, ayran 1 lira. Sokak içinden kola alırsanız, kutusuna 1,25 bayılacaksınız, üstüne de soda içtiniz mi, 50 kuruş da ona ekleyin. Kısacası, 4,5 lirayla 5,25 lira arasında, saati hesaba katarsanız, mis gibi doyarsınız, proteininizi almış olursunuz.<br /></span>Osman Yücel Demirsoyhttp://www.blogger.com/profile/02416666748544892633noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-651673791205531716.post-33589660867753771092009-06-08T13:32:00.004+03:002010-07-12T16:05:18.613+03:00Marmara Et Lokantası<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiRA-NieLa-b-1cwM8wtQoKblGP-59wFMEh1UJVPlhuW8rTeoooFRFKt2OluT0bndMHfa0YSdQL6rZCJobcc3lHKn5aG5NzAIK7de4WFfilUG8jYfEZXhZefpLFVmToN5GvexfNwlvzYvA/s1600-h/marmaraet2.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 298px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiRA-NieLa-b-1cwM8wtQoKblGP-59wFMEh1UJVPlhuW8rTeoooFRFKt2OluT0bndMHfa0YSdQL6rZCJobcc3lHKn5aG5NzAIK7de4WFfilUG8jYfEZXhZefpLFVmToN5GvexfNwlvzYvA/s400/marmaraet2.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5343472667391780514" border="0" /></a><br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjxpoISx1KUGOqdBVeJwNkvsGZp8hsJnVR2ULTiNdOlLD6enVRtRdNcWUH1_fkYWFS7t362ST9U5SjWGTdtALtRUoggEAMWtinGFqdzeVashSeD2LtOJSsKXMwCG0M1dECSGgwB8uu43L4t/s1600-h/onur2.jpg"><img style="margin: 0pt 10px 10px 0pt; float: left; cursor: pointer; width: 95px; height: 137px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjxpoISx1KUGOqdBVeJwNkvsGZp8hsJnVR2ULTiNdOlLD6enVRtRdNcWUH1_fkYWFS7t362ST9U5SjWGTdtALtRUoggEAMWtinGFqdzeVashSeD2LtOJSsKXMwCG0M1dECSGgwB8uu43L4t/s200/onur2.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5341965367697046418" border="0" /></a><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" ><span style="font-style: italic;">Esnaf olmanın güzel yanı bulunduğunuz çevredeki güzel ve ucuz yemek lokantaları hakkında ister istemez bilginiz oluyor olmasıdır. Üstelik benim gibi yemek yemeyi çok seven, yemek yerken kendinden geçen, yediği yemek hakkında saatlerce muhabbet edebilen biriyseniz, sabah uyanır uyanmaz yiyeceğiniz yemeklerin planını yapmaya başlarsınız. Ben de bu planlar dahilinde ve plansız anlık açlık krizleri-bitmeyen ekonomik krizler sonucu Kadıköy’de bulduğum, az parayla ve güzel yemekle karın doyurulabilecek mekanları kalemim döndüğünce yazacağım.</span><br /><br />Sabah kalktığımda en doğal içgüdüm olan açlıkla ve “yazmadan önce bir kere daha yiyeyim ki objektif olayım” gazını da yanıma alarak Marmara Et Lokantası’na gittim. Marmara Et Lokantası, Moda caddesinde, eski As Sineması’nın (ne yazık ki şimdi yerinde pahalı bir kilo verme [verememe] salonu var) yanında. Otuz yıldır hizmet veren Marmara Et Lokantası’nın en büyük özelliği, fiyatlarının çok uygun olup yemeklerinin gayet leziz olması. Zaten bu yüzden hangi gün giderseniz gidin, seyyar satıcıların, piyangocuların, küçük esnafın, gemicilerin, ev yemeği özlemi çeken üniversite öğrencilerinin ve Kadıköy’ü uzun zamandır bilenlerin buluştuğu bir yerde olduğunuzu hissedeceksiniz. Mesela beni Marmara’ya ilk götüren, çocukluğunda Akmar pasajı önünde çok zaman geçirmiş (gençlerin şimdiki modası Reks Sineması’nın önü) bir arkadaşım.<br /><br /></span><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" >Yemekleri ve fiyatlarının dışında, çalışanlarının müşteri kazanmak için rol yapmadıklarının gözlerinden okunması, Marmara’yı gerçek bir esnaf lokantası kılıyor. Her gittiğimde her garsonun “hoşgeldin” diye içten bir şekilde hitabı ve benim sevdiğimi bilerek bir-iki parça kepek ekmeği ben istemeden getirmeleri, bunun yalnızca küçük bir örneği.<br /><br /></span><div style="text-align: center;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjqHaCbXZ_MdkiiNUoWP8dRO7P5eB_YKQlJWSkEcuWnk5LsO3t13Ax8jzCd31XV5jGFyC5HL5Rs4nxn1o_uNUnAV9TPN7g7favcVIl4ZuP6XYerGVvk84Qh4rIJE9y1N0HJOPT0tFazeaQ/s1600-h/marmaraet1.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 298px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjqHaCbXZ_MdkiiNUoWP8dRO7P5eB_YKQlJWSkEcuWnk5LsO3t13Ax8jzCd31XV5jGFyC5HL5Rs4nxn1o_uNUnAV9TPN7g7favcVIl4ZuP6XYerGVvk84Qh4rIJE9y1N0HJOPT0tFazeaQ/s400/marmaraet1.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5343472785814921170" border="0" /></a><span style="color: rgb(102, 51, 51);font-family:georgia;font-size:85%;" ><span style="font-style: italic;">Marmara'nın yemekleri zaten güzel. Taze çıkmış yemeği sıcak sıcak yemek için en iyi saatse, öğlen 12 ile 2 arası.</span></span><br /></div><br /><span style=";font-family:georgia;font-size:100%;" >Bu sabaha dönelim. Gittiğimde saat daha 10 bile olmamasına rağmen yemekler çıkmaya başlamıştı. Yeşil mercimekle ilk görüşte anlaştık ve öncelikle onu istedim. Mercimek gayet güzeldi ve tuz ilavesi ya da benzeri bir uğraşa gerek duymadan afiyetle yedim. Oldum olası fast-foodcuların yağlı, tatsız tuzsuz, simetrik patatesini sevmeyen ben, ev yapımı patates kızartmalarını gördüğümde “Et yemeklerinin yanına koymak için mi yaptınız?” diye sorup da dükkan sahibinden sadece patates de yiyebileceğimin onayını alınca, zevke geldim ve yarım porsiyon da patates istedim. Bu onayı ondan alma sebebim, bir defasında patates için niyetlendiğimde, eşinin‘’Et yemeklerinin yanına koyuyoruz’’ demesine rağmen kendisinin benim patatesle buluşmam yönünde tavır göstermiş olduğunu unutmamam.<br /><br />Marmara’ya her gelişimde ya da dükkana Marmara’dan her yemek sipariş edişimde olduğu gibi, karnım doydu ve 3 lira vererek ev yemekleri yemiş oldum. (Hemen yanda kilo vermek için günlük 10 lira civarı para veren insanlar için de soğuk su içmeyi unutmadım!)<br /><br />Marmara’da sebze yemekleri 2,5 ila 3 lira, pilavlar-kuru fasulye-çorbalar-tatlılar 1,5 ila 2 lira, et yemekleri de 3,5 ila 5,5 lira arası; ayrıca her yemeği az porsiyon istemeniz mümkün. Benim size tavsiyem saat 12 ile 2 arasında yemeyi tercih etmeniz, çünkü yeni çıkmış yemeğin keyfi başkadır. Bulgur pilavı, mercimek, pazı, ıspanak, brokoli, sebzeli ve yufkalı tavuk her yediğimde tekrar mest olduğum başlıca yiyecekler. Otuz yıllık geleneğini bozmazsa Marmara Et Lokantası, fast-food kültüründen sıkılan ve günde bazen bir defa yiyebildiği yemeği ucuza ve güzel bir yerde yemek isteyen Kadıköylüler için vazgeçilmez olmaya devam edecek.</span>Onur Şenoğluhttp://www.blogger.com/profile/03946035106249884015noreply@blogger.com1