15 Temmuz 2009 Çarşamba

Bu makarna krizde de gitmiyor; bana bir bardak meyve suyu verin...

Eklektik mekanları pek sevememişimdir. Her şeyden bulunsun diye yola çıkıldığında, ilk başladığı işin üzerine yenileri eklenecekse hiç olmazsa iyi yapılsın derim ama bu tür yerlerde olmaz bu. “Akveren Şifahane” de az çok böyle bir yer oldu uzunca süredir. “Makarnacı” desem daha çabuk anlaşılır herhalde çünkü artık bu isimle tanınıyor. Hani şu rıhtımdan boğaya doğru çıkarken caddenin sağında, otobüs duraklarının arkasında kalan pembe bina… Genelde camına astığı iddialı cümlelerle kafamızda yer etti. (“Eczacılarımızdan ve doktorlarımızdan özür diliyoruz” yazısı unutulmazdır.) İtinayla çeşit çeşit meyvenin taze taze suyunu sıkar, önünden geçerken mis gibi portakal kokar, aklınızda yoksa bile bir bardak alıverirsiniz. Aslında tüm “vitamin büfeler”de bu böyle oluyor, insanları gözlemlerseniz hepsinin çok mutlu olduğunu görebilirsiniz; sanki çölde bir bardak su uzatmışsınız gibi. Hele yorgun, halsiz ve susamışsanız ilaç gibi gelir. Akveren’in de meyve suyu konusundaki özenli ve önem veren tutumu daha sonraki sapmalarını görmezden gelmemizi sağlayabilir. Ama ekonomik kriz zamanı cinlikleriyle, ucuzluğundan başka bir özelliği olmayan yiyeceklerini abartılı biçimde pazarlama stratejisi bu görmezden gelme şansımı ortadan kaldırıyor. Meyve güzellemelerinden başlayıp, kendisine “Makarnacı” demesinin yersizliğine uzanarak Sezar’ın hakkını Sezar’a veren bir Akveren yazısına buyurun…

Mekanın yeri merkezi ve cadde üstü olduğundan önü her daim kalabalık. Buradan ayaküstü meyve suyu servisi sürüyor.

Taze sıkılmış meyve suyu işinden öncesini tastamam hatırlayamamakla birlikte, şimdiki yerinde bir büfe işlettiklerini hatırlıyorum (yanılıyorsam düzeltin). Burası, “nar suyu mucizesi” haberlerinden sonra hızla çoğalan vitamin büfelerden birine dönüştü. Meyve suyu sıkma işini “inanarak” yaptıkları ortada, bu işe bu kadar kendini vermiş başka vitamin büfe görmedim. Bir kaynaktan öğrendiğime göre tüm bina onlarınmış, bu meyve suyu işinden iyi kazanmaya başlayınca üst katlara meyve yıkama ayıklama makineleri koymuşlar, imalathane olmuş. Yani her şey bu pembe binada olup bitiyormuş. Şimdi de minik kitapçıklar bastırıp masaların üzerine bırakmışlar, her meyveyi tanıtıp faydalarını, besin değerlerini vs. yazmışlar. Her yer meyve, meyve suyu ve de resimleriyle dolu. Toprağı sıksan vitamin fışkıracak Akveren’de, o derece… Böğürtlen de satıyorlar ki ben buna pek sevindim. Büyük böğürtlen tabağı 5 lira. Aslında İstanbul’un dağı taşı böğürtlendir, Boğaz’a nazır tepelik yerlere çıksanız her yer böğürtlen doludur, ama burada artık ne dağ ne taş ne çayır bulunabildiği için böğürtlen de böyle pek fazla yenemeyen bir meyveye dönüştü. Böğürtleni tropik meyve sananlar bile olduğuna eminim. Pek çok insan böğürtlen bitkisini tanımıyor artık.

VİTAMİN NİYETİNE
Neyse, konuya dönelim... Bir dönem moda olan yiyecek-içecekler genelde faciadır; ya yemeğe yemek denmez, obeziteye davetiye çıkarır, yağlı, zevksiz, damak tadı düşmanıdır (misal patso ya da “çılgın”, “manyak” türevi isimleri olan absürd sandviçler) ya da o yemeğin iyisi yapılmaz aslında ama, herkes hapur hupur yer. Taze sıkılmış meyve suyu modası ise benim tek sevindiğim moda olmuştur aslında. Akveren’i de bu modayı takip edip takipçisi olmayı sürdürdüğü için kutluyorum. Burada meyve suyu fiyatları diğer yerlerden fazla farklı değil. Hem büyük cam bardakta hem de ufak plastik bardakta alabiliyorsunuz meyve suyunuzu, ikisi arasında fiyat farkı var. En iyisi de sizin seçtiğiniz meyvelerden kokteyl yaptırabilmeniz. Portakal, elma, greyfurt 2, havuç suyu 1,5 TL; muzlu ballı süt 2,5 lira. Bunun dışında farklı kokteyller de var, fiyatlar da meyvenin mevsimi ve seçkinliğine göre yukarı aşağı oynuyor.

Kapının girişinde satılan meyve tabağı da çok güzel uygulama, onu da çok takdir ediyorum açıkçası. Tabak iki lira, içinde kayısı, kiraz, kavun, böğürtlen, üzüm gibi mevsim meyveleri var, kivi de var. Kışın da ballı meyveli yoğurt satıyorlardı, o da takdir edilesi muazzam bir hizmetti. Ayaküstü yemek için meyve bulmak bence büyük şans, Akveren’in iyi tarafı bu.

Akveren’de sevmediğim ve yazının başında söz ettiğim hususlara değineyim biraz da:

Öncelikle mısır. Şu haşlanmış tane mısırlardan bahsediyorum. Yüksek olasılık genetiğiyle oynanmış mısırlardan yapılıyor, hem de taze süt mısır almak varken margarinlenmiş, biberlenmiş bir bardak mısırı neden tercih edelim? Haşlanan mısır kokusu güzel bir kokudur ama bu mısırlar tuhaf, kekremsi bir koku yayıyor. Bu zımbırtı moda olduğunda Akveren hemen kapının önüne bir araba attı, normalden daha ucuza satmaya başladılar, hala da satıyorlar. Esprisi diğerlerinden ucuz olması. Sevilen bir yiyecek mi bu onu pek bilemiyorum ama yapımı kolay olduğundan herhalde, burada satmayı tercih etmişler.

Tentenin altında “Evde makarna pişirmeye son!” diyor… Makarna pişirmek gerçekten zahmetli, uğraştırıcı, pis bir işti ya iyi oldu!

“MAKARNACI” KISMININ MAKARNASI NASIL?
İkincisi ise makarna. Meyve suyu büfesinde yemek bulunması kulağa garip gelse de, iyi bir şey sunulsa afiyetle yeriz. Taze meyve suyu şöyle az yağlı, güzel soslu bir makarnaya gayet iyi eşlik edebilir. Ucuza da veriyorlar hani. Ama ben makarnalarında iş olmadığını söyleyebilirim. Çok çeşit varmış gibi gözükmesi sizi yanıltmasın, toplamda iki üç çeşit sos var. Bu sosları spagetti, boncuk, kalem, düdük makarnalara katıp hepsi ayrı çeşitmiş gibi sunuyorlar. Yani, ben boncuktan başka makarna yemem diyorsanız mesela, istediğiniz sosu ille de boncuk makarnayla bulabilirsiniz. Ben peynirli “boncuk” ve domates-kıyma soslu spagetti yedim. Büyük çukur tabaklarda sunuyorlar makarnayı, tabağı da çok fazla dolduruyorlar, hem de 3 lira. Çoğu insan da bu yüzden yiyor. Hatta aynı makarnayı paket olarak alırsanız 2 lira veriyorsunuz; yer işgal etmemenin kazancı 1 lira yani. Ama dediğim gibi makarnada iş yok. Sıvı yağı çok fazla abartmışlar; mideniz için en çok isteyeceğiniz şey değil. Makarnanın markasını bilmiyorum ama o da orta karar bir şey. Peynirlinin içine koydukları peynir, şu yoğurttan hallice olan kireç gibi peynirlerden. Dereotu ve maydanoz biraz tat vermiş ama yavan. Karnınız doyar –daha doğrusu mideniz dolar– ama bunu yemek sadece bu işe yarar, güzel bir makarna yemiş olmazsınız. Domateslisi ise görece iyi ama o da işte… Bir de sebzeli ve mantarlılar vardı, ama onlar da baharattan pek nasiplenmemiş ve yavan görünüyorlardı. Yağdan pırıldadıklarını ise eklemeye gerek var mı, bilmem. Yani, bu mekanda makarna yapılıp satılmasının tek esprisi ucuz olması. “Bu fiyata bu kadar; sen de ne bekliyordun?” diyebilirsiniz, ben de derim ki o fiyata daha iyisi olabilir, makarna ucuz bir besindir zira. Hadi insanlar yiyor da, gidip pilavcıda tavuklu pilav yeseler daha lezzetli bir şey yemiş olurlar.

SALATAYI DAHA GÜZEL YAPABİLİRLER
Beğenmediğim diğer şey ise salatası. Akveren her şey gibi bunu da olay yapmış. “Mücadelemiz pahalılıkla” şiarıyla satışlarına birkaç ay önce başladığı salata 2 lira. Dükkânın camında, içerik marul, havuç, kırmızı lahana, kaşar, mısır, “hakiki” zeytinyağı ve sıkma limon olarak duyurulmuş ancak bu sonuncu yalan. Bildiğiniz hazır limon suyu kullanıyorlar, pek de kaliteli değil. Tadı kalitesiz limonataya benziyor ekşiden çok. Zeytinyağını da koklatıyorlar, var mı yok mu belli değil. Tatsız bir şey oluyor salata. Tamam bu da çok ucuz görünebilir ama 50 kuruş fazla verseniz aynı salatayı Pehlivan’da yiyebilirsiniz (tek eksiği mısır ki o da öyle fazla değildi) hem de zeytinyağını kendiniz bolca koyabilir, kesilmiş limon dilimlerini salatanın üstüne sıkabilir, isterseniz nar ekşisi veya balzamik sirke de ekleyebilirsiniz (mesela Altıyol Pehlivan’da böyle). Bir de Akveren’de salatayı yedikten sonra damağımda deterjanımsı bir tat kaldı, bütün gün geçmedi, bir daha orada salata yemeyeceğime eminim. Meyveyle güzellemeler yapan bir yerde salata satılması bence gayet hoş, sonuç itibariyle çiğ meyve sebze gayet iyi anlaşırlar aynı mekanda. Ama salatayı başka yerlerdeki gibi açık büfe tarzda yapsalar ya da meyvede yaptıkları gibi daha özenli tabaklar hazırlasalar daha anlamlı olurdu. Meyveye gösterdikleri özeni sebzeden esirgememeliler bence. Bir tavsiyede bulunacak olsam, makarnacı değil salatacı olun derdim, çoban salata olsun, bol yeşillik de olsun. Caddenin kalabalığı, otobüs gürültüsü, egzoz kokusu arasında bir tazelik ferahlık olsun, meyve sebze bahçesi olsun. Hem şifadır da… Makarnadan daha çok!

1 yorum:

  1. Makarnaları harika, kullandıkları her ürünü belirtiyorlar, filiz galiba makarnaları, fırın makarna ise olay...lazanyanın tadını anlatamam. Salataları da başarılı, gereksiz eleştiri dolu yazınız. Başka yerler keşke onlar gibi salata yapsa, 2 cm. tabaklara 5 çeşit sığdırmaya çaışmasa insanlar, her şey bol, lezzetli ve ucuz vede temiz. Kadıköyün göbeği, minicik bir mekan, bunca yıldır var demekki beğeniliyor...

    YanıtlaSil