6 Ekim 2010 Çarşamba

Tabana, sırta ve boğaza kuvvet: Simitçi Abdullah Abi

Ağız alışkanlığıyla topuna birden “simit dünyası” adını verdiğimiz büyük simit dükkânları açılalı ve seyyar simit tezgâhları da belediye mührü taşımaya başlayalı beri, sırtına üç ayaklı tezgâhını yükleyerek dolaşan simitçileri daha az görür olduk. Belediye damgası taşıyan simitçilerin arabaları da hiç dolaşmıyor ya, hepsinin yeri yurdu belli, sabah gelip açıyorlar tezgâhı, akşam da dükkân kapatır gibi kapıyorlar.

Simit, sevmeyeni az olan bir yiyecek. Sadece öğün geçiştirmek ya da açlık bastırmak için yenmiyor elbette; yanına “karper” peyniri açıp sıcak çayınızı da aldınız mı, mis gibi bir kahvaltı veya ikindi atıştırması olur ki yeme de yanında yat. Ancak ne olursa olsun, simidin bir esprisi de “sokaktan alıvermek”tir. Çünkü, sokaktan alıverdiğiniz simit, pastaneden aldığınız simitten de evin yakınındaki ekmek fırınından aldığınız simitten de her zaman faklıdır. (“Pastane simidi” diye ayrı –daha çok sütlü– bir simit türü olması boşuna değil ya.) Evinizin yakınında tesadüfen bir simit fırını yoksa, “simitçiiyee” diye bağırarak dolaşan seyyar satıcıyı beklemek ve yakalamak zorundasınızdır.

Bağırışlarıyla meşhur Abdullah Abi, Yeldeğirmeni'nden Moda'ya Kadıköy'ü sabahtan akşama kadar adımlıyor.

Evet, simit fast food dükkânları aldı başını gitti, iyi iş yapıyorlar ki, koca koca dükkânlar açtılar. Hepsinin isimleri “simit dünyası” türevi isimler, ama simit dışında da çeşitli unlu mamul çıkardıkları için bir nevi yeni pastane işlevi görüyorlar. Hatta eski zamanların uslu flörtlerini betimlerken kullanılan “pastanede buluşma, limonata içip muhallebi yeme” metaforunun yerini, gittikçe, simit dünyasında buluşup börek çörek yiyerek çay içme almaya başladı. Bu mekânlarda simidi içine zeytin ezmesi sürülmüş, kaşar ve salam yerleştirilmiş şekilde yiyebiliyorsunuz, hatta doğrudan fırından sucuklu simit de çıkarıyorlar, ama ben bugüne dek çok güzel bir sucuklu simit ya da kaşarlı-salamlı simit yiyemedim! İçinde ne olduğu belli olmayan “sucuk”lar, merdiven altı tabir edilen “kaşar”larla, tatsız tuzsuz şeyler satıyorlar.

Neyse, simit dünyası mevzuunda bir kez daha görüldü ki, herkesin bildiği, sevdiği ve bu yüzden satış garantisi olan geleneksel yiyecekleri süsleyip püsleyip mutant yiyecekler üretmek her zaman iyi sonuçlar vermiyor. E, dükkânının tabelasına “simit” yazıyorsan, en iyi yapacağın ilk iş simidin kendisi olmalı. Ucuza mal edeceğim diye kötü yağlar, geçmiş susamlar kullanırsan böyle olur. Bakalım, “bir zamanlar simit dünyası diye simitçiler vardı, hatırlar mısın?” muhabbetleri ne zaman gelecek…

"Simit dünyası" türevi isimlerle açılan simit fast food'çuları her yeri kaplasa da, simidin iyisi hâlâ Abdullah Abi'de.

Bunca ahkâmı getirip esas konumuza bağlayalım: Sabahtan akşama kadar Kadıköy’ün altını üstüne getiren, tabana ve sırta kuvvet simit satan Abdullah Abimiz. İsmine aşina olmayabilirsiniz tabii, fakat onun ne dediği tam anlaşılamayan ama kesinlikle karakteristik haykırışlarını işitmemiş Kadıköylü zannımca çok azdır! Yeldeğirmeni’nden Moda’ya kadar bütün bölgeyi sırtında simit tezgâhıyla adımlar, adımlarken de boğaza kuvvet bağırır: “Yandiieee”, “yaniyeeeaaa”, “siCAK” “evet, gelDİ”, “siMİT” ve benim hâlen tam çözemediğim birkaç başka tanıtım sözcüğüyle daha, kendisiyle ilk kez karşılaşan insanları ürkütmek özelliğine sahiptir. “Ürkütmek” biraz abartılı olduysa, “uyandırmak”, “irkiltmek”, “yerinden zıplatmak” da diyebilirim.

Simasını, simidini ve bağırışlarını Kadıköy esnafı, kahvehane müdavimleri ve sokak gezginleri iyi bilir. Zaten kahvehanelere ve dışarı masa atılmış sokaklara girdiğinde, tezgâhını sırtından indirir, simitlerini tozdan korumak için kullandığı beyaz örtüsünü biraz açarak simitlerini sergiler ve elbette geldiğini belli eden bağırışlarını da sürdürür. Ben kendisiyle sık karşılaşırım, onun simidinin müdavimi olan mekân ve sokakları da bunca sene içinde iyi kötü gözlemledim; onun güzergâhında simit satan başka simitçiler (az da olsa varlar) oralardan hep sıfır satışla geçerler. Canı simit çeken onun nasılsa geçeceğini bilir, onu bekler. Hatta oldukları yerin yakınlarında “simit dünyası” dükkânlarından biri olsa bile fark etmez; simit ondan alınır.

Kadıköy'ün kahvehane müdavimleri ve esnafı simit alacakları zaman onun geçmesini bekler. Nasılsa, önce "yaniyeea" haykırışı, ardından da kendisi her gün mutlaka gelir.

Bunun sebebi sadece tanıdıktan alma alışkanlığı değil, Abdullah Abi’nin simitleri çok güzel. Tezgâhında bir iki düzine fazla kavrulmuş, üstü yanık simit de mutlaka bulundurur, onun da düşkünü çoktur zira.

Malumunuz, “simit” denen şey yapıldığı şehre göre değişir, İzmir simidiyle İstanbul simidini ayıran şey sadece isim farkı (gevrek/simit) değil, simidin yapım şeklidir de. Aynı şekilde, pastane simidiyle sokak simidi de tat olarak çok çok farklıdır. İşte, Abdullah Abi’nin simidi, tam anlamıyla İstanbul sokak simididir. Başka şehirden birilerine tanıtacaksanız, “işte budur” diye götürmeniz gereken örnek budur bence. İçinde simidin tadını ayrı bir mecraya çekecek kadar fazla süt, pekmez, mahlep veya benzeri yoktur, kıvamı ve gevrekliği çok iyidir.

Ben, Abdullah Abi’nin simidini aldığı simit fırınını hep merak etmiştim. Kendisine soracak kadar yüzsüz değilim tabii, fakat benimki “aktif merak” olduğu için, Kadıköy’ün ara sokaklarında kalmış simit fırınlarına rast geldikçe bir simit alıp denedim hep. Ve nihayetinde buldum. Bir ara sokakta ve küçücük bir ön cephesi olduğu için, fırının çok yakınında yaşayanlar haricinde pek kimsenin orayı bileceğini sanmıyorum. Ben de tarif etmeyeceğim tabii. Ama arada bir, canım da yürümek istiyorsa, o fırına uğrayıp simit aldığım oluyor. İki simit alıp parasını verme süresinde ne kadar çok şey gözlemlenebilir, orası ayrı, ama perakende satışa hitap etmeyen bir yer olmasına rağmen temiz olmaya özen gösteren, gelene gidene gayet nazik ve içten davranan bir yer olduğunu belirtmek iyi olur sanırım.

Tezgâhın üstündeki beyaz örtü simitleri tozdan kirden korumak ve simitlerin soğumasını yavaşlatmak için mutlaka örtülür, tezgâh yere konunca özenle açılır, hareket vakti yine kapanır. (Bu arada, fotoğraflarda Abdullah Abi'nin gömleklerinin değiştiğini fark etmişsinizdir. Fotoğraflar farklı günlerde çekildi, yoksa abimiz gün içerisinde kostüm değiştirmiyor!)

Benim gün içerisinde sıkça bulunduğum yerin yakınlarında da bir “simit dünyası” açıldı birkaç sene önce. Bu dükkânlar, Abdullah Abi ve meslektaşlarının işini düşürmüştür mutlaka. Zaten Abdulah Abi’nin de yıllar öncesinde kullandığı güzergâhı, bu simit dünyalarını dikkate alarak biraz değiştirmek zorunda kaldığının da farkındayım. Ama neyse ki, hâlâ sesini duyup simidini yiyebiliyoruz. Hatta tam bu yazıyı yazmaya başlamadan önce de geçti buradan, bir simidini alıp öyle oturdum yazının başına. Bana afiyet olsun. Abdullah Abi’yi çıkaramamış olanlar için de, bir gün elimde video kaydı yapabileceğim bir makine varken kendisine rastlarsam, mutlaka “yandiieee” bağırışını kaydedip yerleştireceğim buraya. O zaman “Haaa, tamaaaam” dersiniz muhakkak.

Son olarak, Abdullah Abi’nin simidinin 75 kuruş olduğunu da söyleyelim.

1 yorum:

  1. Kalemine sağlık hocam...Ben de Abdullah abinin o nefis simidini tadan şanslı kişilerdenim...Ama uzun zamandan beri kendisine rastgelemiyorum...inşallah yakın zamanda bir daha simidini yemek nasip olur...

    Bu arada Abdullah Abimizin sesini kaydetme şansın varsa ve buraya ekleyebilirsen mükemmel bir şey yapmış olursun...

    Saygılar

    Mert

    YanıtlaSil