10 Temmuz 2010 Cumartesi

Halitağa’ya gidince mutlaka uğramalı: Arifler Sofrası

Halitağa Caddesi civarındaki yeme-içme yerlerini hiç yazmamıştık, oraların klasiklerinden biriyle başlayalım: Arifler Sofrası. “Klasik” deyince biraz da “eski” anlaşılır –ki yanlıştır– fakat Arifler o kadar da eski bir yer değil. 1998’de açılmış; ekonomik koşullar nedeniyle açılıp açılıp kapanan lokantalar düşünülünce, göreli olarak eski sayılabilir yine de! Aynı caddenin Kadıköy merkez tarafından girişindeki Niyazibey Sofrası’nın yaşıyla kıyaslanamazsa da bir istikrar tutturdukları belli.

Arifler Sofrası, kasvetli devlet binalarının tüm iticiliğini taşıyan Kadıköy Vergi Dairesi’nin tam karşısında, büyük turuncu tabelasıyla derhal göze çarpıyor. Zaten başta cadde yakınında çalışanlar olmak üzere Kadıköy’ün o paftasına aşina olanların bildiği ve karnını doyurduğu bir yer.

Arifler Sofrası, cadde üstünde, vergi dairesinin tam karşısında. Fotoğraftaki donuk havaya bakmayın; Temmuz ayında çektik ama şansımıza bir sonbahar mirası gün denk geldi. Neyse ki, ya telefonla konuşmakta ya da kulağını kaşımakta olan konu mankenimizin tişörtü, havanın ortlama sıcaklığını biraz olsun belli ediyor.

Esnaf lokantalarının bildik “dar cephe, içeriye uzunlamasına giden mekân” yapısıyla tarzına uygun bir lokanta. Aslında cephesi o kadar da dar değil, geniş bile denebilir, ama iç mekânı öyle uzun ve hatta arka tarafında da öyle bir genişliyor ki, içeriden bakınca cephesi dar kalıyor. İçeride onlarca masa var dersem, iç genişliği anlaşılır sanırım.

Arifler’de öyle çok sık yemek yemesem de önünden çok sık geçerim. Öğle vakitleri tıklım tıklım olmasa da dolar, genelde çalışanların öğle yemeği yeridir. Aynı bölge “dershaneler sokağı” olarak bilinir, o sebeple de öğrencisi bol bir caddedir, ancak ben öğrencilerin mekâna pek teveccüh ettiğini gözlemlemedim. Sanırım cadde üstünde yan yana dizilmiş olan büfeler daha çok rağbet görüyor bu kesim tarafından. Kötü yağda hazırlanmış abur cuburlar ve patsoların yanında, Arifler çölde vaha gibi dikiliyor.

Mekân içeri doğru uzuyor ve genişliyor. Öyle ki, tepsinizi alıp oturduğunuz yerden bakınca, yemek siparişini verdiğiniz giriş kısmı dar görünüyor.

Arifler Sofrası, sadece önünden geçerken acıktığınızı fark ettiğinizde şöyle bir dalıp yemek yiyeceğiniz bir yer değil, bence özellikle orada yemek için de gidilebilecek bir yer. Özenle hazırlanmış ve bol çeşitli yemekleri ile gayet uygun fiyatları en çekici yönü. Aklınıza gelecek sofra yemeklerinin çoğu, hemen hep bulunuyor. Ucuz bir yer olmakla birlikte hazırladıkları yemeklerin yağında, salçasında, kıvamında ve özeninde hiç ucuza kaçmıyorlar. Ara ara yaptıkları menü kampanyalarında bile, fiyatı bir hayli kırmalarına karşın yemeğin kalitesi düşmüyor. Bilen bilir, geçtiğimiz kış ayları boyunca hiç ara vermeden “üç çeşit yemek 7,50” (hatta tatlı da vardı sanırım) kampanyası vardı, o vakit de yemekleri aynı güzellikteydi.

Şu anda o tip kampanyaları yok, ama zaten fiyatları iştah açıcı! (Dışarıda, girişin hemen sağındaki tabelaya fiyatları da tek tek yazmışlar, girerken ne ödeyeceğinizi biliyorsunuz yani.) 2,5 liraya çorbayla başlayıp (mercimek çorbasını güzel yapıyorlar) 4 lirayla 7 lira arasında hemen her şeyi yiyebiliyorsunuz. Bence sadece kuru fasulye için 4 lira fazla; onun dışında, güzel bir orman kebabını 7 liraya yemek çok güzel bir imkân. Ya da, örneğin, her yerde bulamayacağınız sandal sefasını 5,5 liraya veriyorlar ki yeme de yanında yat. Yalnızca haşlama ve tas kebabı gibi etli yemekleri 10 lira sınırını geçiyor. (Bu arada “gibi” dedim ama bu ikisinden başka 10 lirayı geçen bir yemekleri yok, yanlış hatırlamıyorsam.) Hâsılı, 4-5 liraya gayet güzel porsiyonlar alabilirsiniz. Unutmadan: Kuru fasulyeye 4 lira fazla dedim, bununla birlikte Arifler’in kurusunun güzel olduğunu da belirtmeliyim. Az salçalı ve küçük taneli kuruyu oldum olası sevmişimdir zaten.

Arifler’de önceden döner de vardı, uzun zamandır yaptıklarını görmüyorum. Döner tezgâhı hâlâ duruyor ama dönerin kendisi yok. Aslında iyi yapmışlar, zira dönerleri o kadar da güzel değildi, üstelik ucuz olmamasına rağmen. Sandviç döner yerken haniyse eliniz yağ içinde kalıyordu. Belki de şikayet alıp vazgeçmişlerdir. Neyse, döner yok ama vitrine ızgara köfteyi çıkarmışlar. Vitrine koca harflerle “köfte 5 TL” yazmışlar ki dikkat çeksin. Gayet hesaplı. Bir kez denedim köftesini; çok daha güzel köfteler yedim, ama 5 liraya yiyebileceğiniz iyi bir köfteydi. Yanına koydukları malzemelerle, hem gözü hem de karnı doyuruyor. Bir gün deneyin, derim.

Benim, Arifler’de özellikle hoşuma giden iki yön var: Birincisi, yemek porsiyonlarında bizim genelde evlerde kullandığımız derin, geniş tabakları kullanıyor olmaları. Malumunuz, bu tip lokantalarda derinliği pek az olan, mümkün olduğunca dar tabaklar kullanılır ki az malzemeyle tabak dolmuş izlenimi verilsin müşteriye. Arifler öyle yapmıyor işte. Benim uzun zamandır hiçbir yerde görmediğim şekilde derin tabaklar kullanıyorlar, normalde evde yediğinizle rahatlıkla karşılaştırabiliyorsunuz miktarını. Tabaklar derin ve geniş olduğu için de öyle tıka basa doldurmuyorlar elbette, ama olsun, ben çok beğendim bu porsiyonları. Lokantada hoşuma giden ikinci yön ise, mekânı işletenlerin ve çalışanların sıcaklığı. Bunu tarif etmekte zorlanabilirim, ama her yerde görebileceğiniz, çoğunlukla da yapmacık olan “hoş geldin abi”lerden öte bir samimiyet duygusunu hissedebiliyorsunuz Arifler’de. Çalışanlarla “patron” oldukları belli olan insanlar arasındaki ilişkiyi ara ara gözlemleme fırsatı buldum, muhabbetlerini zaman zaman kesen servis uyarıları dışında arkadaş gibi dolanıyorlar ortalıkta. Patron-çalışan ilişkisi mutlaka ki arkadaş ilişkisi falan gibi bir şey değil, ücret ödeme günleri gibilerinde gerim gerim gerilimler oluyordur elbette, ama gün içerisinde lakaytlığa varmayan bir samimiyet karnını doyurmaya gelen insanlara da yansıyor.

Bu fotoğrafta önemli olan nedir? Elbette, nohutun konduğu derin ve geniş tabak. Çoğu lokantanın mümkün olduğunca sığ porsiyon tabaklarının aksine Arifler'deki tabaklar evlerde kullandıklarımız gibi.

Mekân, girişte aldığınız tepsiyi metal bant üzerinde doldura doldura kaydırıp kasada hesabınızı ödemenize göre tasarlanmış. Self servisinizi aldıktan sonra geniş mekânda istediğiniz yeri seçip oturuyorsunuz. Mekân içeri doğru genişlediği için loşça oluyor ama tavanın yüksekliği ve yeterli aydınlatma nedeniyle de ferah. Kasanın hemen karşısında açık büfe salata tezgâhı da var, isterseniz orada salatanızı hazırlıyorsunuz. Mekân tarifimi, önceki paragrafta bahsettiğim konuya bağlayacağım: Yemek servisi yapan usta sizi sıcak karşılıyor, ardından genelde kasada duran hanım kardeşimizin hiç de yapmacık olmayan ve “başka bir şey ister misiniz”le başlayan sohbeti de gayet samimi geliyor. Böyle self servisli mekânlarda olan işlevsel soğukluk Arifler’de yok. Aslında tarif etmek için arka mahallelerde kurulan süper-hiper marketleri örnek verebilirim. Hani dizayn olarak büyük marketlere benzerler ama çalışma biçimleri bakkallar gibidir. Migros’ta paranız çıkışmayınca, kendisi de muhtemelen varoşta yaşayan kasiyere utana sıkıla bakarsınız, o da “valla yapacak bir şeyim yok” ile “paran yoksa ne geliyorsun dümbük” karışımı gelgitli bakışlar atar; nihayetinde girişinizle çıkışınız arasındaki tek fark yüzünüze yüklenmiş utançtır. Ama arka mahalle “süper marketleri”nde veresiye bile yaparsınız, hatta bakkallar gibi üç sene öncenin tarihini taşıyan ajandadan bozma deftere kargacık burgacık harflerle kaydederler borcunuzu: “Ahmet Amca, blendax+süt: 8,45”. Sanırım bu, “insansız bir makinenin parçası olmaktan kurtulamıyorsan, en azından, insani olan ne varsa onu yaşatmaya çalış” mottosu oluyor. Arifler Sofrası da, klasik lokanta muhabbetini self servis dizaynına rağmen yaşatıyor.

Eh, yemekleri yazdık, fiyatları yazdık… Arifler’de kahvaltı tabağı (7,50 TL) veya omlet ve menemen (her biri 3,50 TL) ile kahvaltı etme imkânınız da olduğunu, ayrıca evlere servis de yapıldığını ekleyelim; hafta sonları yemek çeşitlerinin biraz daha az olduğunu söylemeyi unutmayalım ve lokantanın telefonunu vererek bitirelim: (0216) 414 31 11 – 414 31 36.

Merkezî yer ve cazip vitrin yetmez, güzel yemek de lazım! Kadıköy Döner Restaurant

Dönercilerden gidiyoruz bu ara. Bu sefer de, çok merkezî bir yerde olduğu için önünden sık geçtiğim ama ilk defa yakın zamanda oturup yeme fırsatı bulduğum bir yerden bahsedeceğim. İsmi pek bir anonim olan Kadıköy Döner Restaurant, iskeleye inen ana caddenin neredeyse üzerinde olduğu için dönercilerin bolca bulunduğu Güneşli Bahçe Sokak’ın etrafındaki lokantalardan biri. Geçen yazdığım Durak Büfe’nin arka paralelindeki sokakta, Akveren Şifahane-Makarnacı’nın yanından sokağın içine girdiğinizde karşınıza çıkan bir yer. (Teknik olarak Mühürdar Caddesi’nin Söğütlüçeşme Caddesi’ne çıkan noktası oluyor.) Gayet de uzun zamandan beri orada. Yani “Girişimci ruhum var, buralar da insan kaynıyor, derhal bir döner fast food’çusu açayım” düşüncesinin ürünlerinden değil.

Bana bugüne kadar pek davetkâr gelmemişti, ama karnımın aç olduğu bir gün vitrininden kampanyalı menülerini görünce girip yiyeyim dedim. Ancak çok da iyi etmedim! Evet, filmin sonunu baştan söylemek gibi oldu, ama bunca zamandır var olan bir yer, eğer ben o gün kötü gününe denk gelmediysem, nasıl oluyor da bunca zamandır orada duruyor, anlayamadığımı söylemeliyim.

O bölgede –kastım, Güneşli Bahçe Sokak’ın ana caddeye bakan kısmı ile Aya Efimia Kilisesi meydanının etrafı– insan akışı çok yoğun olduğundan yeme-içme mekânları boldur. Vitrininde “tavuk döner+ayran 1,5 lira” yazılı kartonlar asılı olan ve gelip geçenin parasını alıp karşılığında mide ağrısı vermeye dayalı mekânlar bir açılıp bir kapanır. Yine, sürümden kazanmak için her şeyi ucuza veren, mideniz bozulmasa da yediğiniz şeyin ismiyle kendisinin hiç alakasının olmadığı yerler de cirit atar. Hani, iskender sipariş edersiniz, önünüze de görsel olarak iskendere benzeyen bir yemek gelir, ama tattığınızda yüzünüz ekşir ya, öyle mekânlar. Kadıköy Döner Restaurant gibi yerlerse, hem uzun yıllardır oradadır hem de öyle çok ucuz değildir. Sınıflandırmam biraz kaba oldu belki ama bahsettiğim yerlere yolu sık düşenler haklı olduğuma kanaat getireceklerdir sanırım.

Bu açıdan şöyle bir göz atmak bile Kadıköy Döner Restaurant'ın vitrininin cazibesini anlamaya yetiyor.

Kadıköy Döner Restaurant, dışarıdan bakınca döneri güzel gözüken, vitrininden çeşit çeşit yemeklerin de hemen seçilebileceği dikkat çekici bir lokanta. Genişçe bir iç mekânı, asma katı ve dükkân önüne atılmış dört beş masası var. Dizaynını self servis tepsinizi alıp yemeklerinizi seçeceğiniz ve hesabınızı ödeyip yemeğinizi yiyeceğiniz şekilde yapmışlarsa da, ben gittiğimde böyle işlemiyordu. Yemeklere şöyle bir göz atıp oturuyorsunuz, sonra da garsona sipariş veriyorsunuz. Ki bence hiç sakıncası yok, hatta daha güzel.

Yemek tezgâhının arkasında bulunan tabelada, süslü porsiyon fotoğrafları var, yemek fiyatları yok. Tabelanın devamında kampanyalı menülerin fiyatları yazıyor ama. Pilav üstü döner, çorba, ayran menüsü 9,50; tavuk şiş, çorba, ayran menüsü 7,50; İnegöl köfte, piyaz, ayran menüsü yine 7,50; iskender, çorba, sütlaç menüsü 9,90. Masaya oturunca gördüm ki, masalardaki cam kaplamaların altında fiyat yazılı menüler var. Bu iyi, ama self servis çalıştığı farz edilen bir yerde mantıken zaten parayı verdikten sonra fiyatları görüyorsunuz ki artık pek anlamı kalmamış oluyor! Tezgâhın arkasındaki tabelaya genel hatlarıyla fiyatlar yerleştirilseydi daha iyi olurdu. Yemek ısmarlayan neye kaç para vereceğini bilirdi, kasada sürprizle karşılaşmazdı hiç değilse.

Kadıköy Döner Restaurant, işte böylesi bir iğne atsan yere düşmez sokakta, her gördüğümde aklıma "Fransız etkisindeki Bolulu aşçı ustası" tasvirini getiren heykelin ardında.

Önce köfteli menüyü sipariş ettim, ama içimden gelen “dönerciye gelmişken döner yenir” sesini dinleyip siparişimi değiştirdim. Akşam üstü saat 5-6 civarlarıydı ve içeride dört beş masa doluydu. Yemek saati olmadığı için iyi bir sayı olduğunu kabul etmek gerek. Çorbada mercimek ve ezogelin seçeneklerinden ikincisini işaretledim ve çorbam hemen geldi. Dolandırmadan söyleyeyim: Kötü bir çorbaydı. Beklemiş mi desem, yanmış mı desem, yoksa hiçbiri değil de zaten kötü yapılmış mı desem, bilemiyorum. Beklemiş değildir, zira bu lokantada hiçbir yemeğin kalacağını sanmıyorum. Hem kalabalık bir bölge, hem de yılların verdiği tecrübeyle günlük ne kadar yemek yapacaklarını gayet iyi biliyorlardır. Çorbanın tadındaki gariplik, yanmış olmaktan da farklı bir şeydi. Görüntü ezogelin, ağza gelen tatta da bir ezogelin altyapısı var (kabul, ilginç bir tabir oldu), fakat geri kalanı üzüntü verici! Bu kadar kötü bir çorbayı uzun zamandır içmemiştim.

Neyse, çorbamı içtikten sonra pilav üstü dönerimi beklerken, masadaki menüden fiyatlara göz attım. İskender ve bir iki çeşit kebap 10 lira sınırını geçiyor; dönerin porsiyonu 8 lira, çoğu kebap çeşidi ve etli yemekler 8 lira, sebzeli yemekler 4 ila 5 lira arasında değişiyor, zeytinyağlılar 4 lira, çorba da 2,5 lira. Abartılı rakamlar değil. Tezgâhta sergilenen yemeklerin ilk bakışta fazla yağlı oldukları gibi bir izlenimim var ama. Tabii tatmak lazım, ancak ilk intiba da yemek için en az tat kadar önemlidir.

Döner siparişi fazla olduğu için biraz bekledim. Anormal bir süre değildi, kalabalıkta göze alacaksınız. Ustalar dönerimi özenle hazırladılar, sağ olsunlar, tıpkı kampanyalı menü fotoğrafındaki gibi sundular. (Bunda ne var ki, demeyin; fotoğraftaki porsiyonla önünüze gelen arasında fark olması hiç de hoş değil.) Dönerin tadı beklediğim gibi değildi. Gerçi açlıktan kaynaklı olarak objektif yorumlayamıyor olabilirim, bununla beraber pişmekte olan dönerin görüntüsü daha iyi bir tat vaadinde bulunuyor gibi gelmişti. Dönerin kokusu açıkça ağırdı. Yine, bu mekânda beklemiş olabileceğine ihtimal vermediğim için, kullandıkları etten kaynaklandığını düşünüyorum. Etrafta aynı paraya çok daha güzel döner yiyebileceğiniz yerler var. Dönerin altında yatan pilav ise tane tane olsa da, fazlasıyla yağa bulanmıştı, vıcık vıcık yağdı desem abartmış olmam. Eğer kendilerince hoşluk olsun diye porsiyonun üstüne dönerin yağından serpmemişlerse –ki yağın tadında öyle bir şey yoktu– bu kadar yağlı bir pilavın hayal kırıklığı olduğunu söylemeliyim. Yoksa, bunca yağ olmasa, tadı hoş bir pilav olacakmış. Ayrıca, tezgâhta sergilenen yemeklerin yağlı olduğuna dair ilk intibamın da o kadar yanlış olmadığını teyit etmiş oldum.

Rengarenk vitrin ve bol vaat, iyi bir lokanta olmaya yetmiyor ne yazık ki. Bunlardan önce, yemekleri daha özenli yapmaya çalışmak ve karnını doyurmaya gelen insanlara "elimizde senin gibi çok var" yaklaşımından uzak durmak gerekiyor.

Diyeceğim ki, bir başka gün daha şansımı deneyip bu yazdıklarımı gözden geçireyim, ama çok da cesaret edemiyorum. Ne de olsa o kadar ucuz bir yer değil. Zaten bu kadar merkezî bölgelerde bilmediğim yerlerde yemeye de soğuk bakarım. Bu tip mekânlarda “Ohoo, bize senin gibilerden çok gelip geçiyor, sen bir daha gelmesen n’olcak, nasılsa başkaları hep gelecek” sözleriyle özetleyebileceğim bir kendinden eminlik ve dolayısıyla kayıtsızlık görülebiliyor ve esas itici olan da bu. Maalesef, Kadıköy Döner Restaurant’da da vardı bu. Önemle belirtmeliyim ki, bunun çalışanlardan kaynaklandığını hiç sanmıyorum; onlar öyle davranıyorlarsa da, bu, temelde, mekânın işletmecisi olanların tavırlarının bir yansımasıdır. Tamam, para pul ilişkilerini ve paranın hâkimiyetini bir anda bitirecek halimiz yok; ama bir lokanta, onu çalıştıranlar öncelikle insanların karnını doyurduklarını ve ancak bunun ardından karşılığında para kazandıklarını düşünürlerse doğru düzgün bir yere dönüşüyor. Zaten bu yüzden müdavimli mekânlar her zaman daha iyi değil midir? Çünkü oralarda “işletmeci” de usta da, “yarın ben bu insanın yüzüne bakacağım” kaygısıyla hareket eder ve insan ilişkilerini de güzel yapan kaygılardan biridir bu. Hele söz konusu olan karın doyurmaksa.

Bu mekânı da buraya yazmış olalım ve söylediklerimizi iyi kötü dikkate alanlara başka yerleri tercih etmelerini tavsiye ederek yazıyı sonlandıralım.